Güncel > Hocaefendi’den Adalet ve Hukuk
20.01.2014
M. Es’ad Coşan (Rh.A.) Hocaefendi’nin fikir dünyasında adalet ve hukuk
İslâm’da kutsal kavramlarının başında doğruluk, hak ve hakikat kavramları yer alır. Bunların akabinde ise adalet kavramı gelir. İslamda adalet, hak ve hukuk kavramları kul ile Rabbi arasındaki ilişkilerden başlayarak kişiler arası ilişkilerden devlet işlerine hatta canlı cansız yaratılmışlara kadar bütün münasebetleri düzenleyen en mühim prensibdir. Her şeyi yerli yerine koymak, her hakkı sahibine iade etmek olarak özetlenebilecek adalet kavramı, insan olmakla edindinilen ilk görevin hakkını teslim etmekle başlar. O da Ahzab suresi 72. ayet-i kerimede ilan olunmutur:
“Doğrusu biz emaneti (emir ve yasakları) göklere, yere ve dağlara arz (ve teklif) ettik de (onlar) bunu yüklenmekten kaçındılar ve on(un getireceği sorumluluk)tan korktular da onu insan yüklendi. (Eğer bunun gereğini yapmaktan kaçınırsa) cidden o çok zalim, çok cahil (demek)tir.”
Bu vazifenin ifasından sonra kulların görevi Allah’ın boyası ile boyanmak, elçisine tabi olmak ve yolundan gitmektir. Sevgili Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve âlihî ve sellem) hazretleri de bir hadîs-i şerîflerinde buyurmuşlardır ki:
“Eminliği, güvenirliliği (emaneti) olmayanın imanı yoktur; ahdine vefası, verdiği sözüne sadakati olmayanın dini yoktur.”[1]
Bu dinin Rabbi şüphe ve endişeye mahal kalmayacak biçimde adalet ile mücehhez, Resulü ise emredildiği üzere dosdoğru olan, her hakkı teslim eden ve el-Emin vasfının yegane sahibidir.
Merhum ve muhterem Mahmud Es’ad Coşan (Rahmetullahi Aleyh) Hocamız adalet kavramını bütün boyutları ile muamelatta, işte, amelde, fikir ve düşüncede,, şahsi ve umumi, kişisel hak ve özgürlüklerden, milletlerarası hukuka hatta savaş hukukuna kadar geniş bir alanda ele almaktadır. Ona göre müslümanların sahip olması gereken en önemli vasıflardan biri de “adalet”tir. O kadar ki isterse kendisinin veya ebeveyninin ya da akrabasının aleyhine bile olsa adaletten asla ayrılmayacak, gerçeği acı da olsa söyleyecek, zayıf da olsalar masumların, haklıların yanında yer alacak, haksızın ve zalimin karşısına dikilecektir. Mahmud Es’ad Coşan Hocaefendi hak sözü söylemeyi cihadın en üstünü, en sevaplısı kabul ederek, mütekebbirin ve zalimin karşısında ezilip büzülmemek bilakis onun haddini bilmesini sağlamak için karşılık ve ceza olarak tekebbür göstermenin sadaka olduğunu bildirmektedir.[2]
“Yaradanımız Allah (celle celâlüh) hazretleri bütün müslümanlara, doğruluğu, hakkaniyeti, adaleti emreder, kendilerinin veya anne baba ve akrabalarının aleyhine bile olsa! Resûlullah Efendimiz de (sallallahu aleyhi ve sellem) bir hadîs-i şerîfinde, ‘Gerçek neredeyse sen de orada ol, onun peşi sıra git, haktan hiç ayrılma…’ buyurmuş. Demek ki bütün mü’minler hakkı istemeli, gerçeği aramalı, onu sevmeli ve saymalı; her işlerinin doğru, her sözlerinin hak olmasına büyük dikkat ve itina göstermelidir.”[3]
Es’ad Coşan Hocaefendi, İslâm dininin esas gaye ve hedefinin, yeryüzünde hakkı, ilmi, adaleti hakim kılmak, hayrı ve saadeti sağlamak ve buna mukabil batılı, cehaleti zulmü ortadan kaldırarak şerri ve şekiyeti önlemek olduğunu söylemektedir. Hocaefendi, İslamın bu teoriyi pratiğe nasıl aktardığını şöyle izah eder:
“İnsanlığı, hedef aldığı yüce gayelere ulaştırmak için ortaya koyduğu efkâr ve nazariyatı sözde, hayalde bırakmamış; bilakis her gayeye vusulün maddî vasıta ve yollarını göstermiş, mâkul ve tatbikî kolay bir çareye (pratiğe) bağlamıştır. Mesela, müslümanların sevgi ve yardımlaşmasını, zamanı, miktarı, muhatabı belli olan zekâta; sadaka’ya; gafletten kurtuluş ve daimî uyanıklığı zikre; hakkın batıla galebesini, hayrın şerri defetmesini, Müslümanlığın korunmasını, mazlumların kurtarılmasını, masumların korunmasını cihada; vs. havale buyurmuştur.”[4]
Kısaca İslâm, iyiliği hakim kılmak, kötülüğü ortadan kaldırmak için gönderilmiş, bu hedefleri yerine getirmek de onun mü’milerine havale edilmiştir.[5] İslamın birinci gayesi hakkı ve adaleti getirmek ise müslümanların ilk vazifesi de adaleti hakim kılmak, zulme mani olmaktır. Öyleyse müslümanlar adalet taşıyıcılardır, öyle olmuşlardır ve olmalılardır. Mahmud Es’ad Coşan Hocaefendi’ye göre adalet ve insafla muamele dünyanın en yüksek mânevî medeniyetini kurmaya vesiledir. Ona gore adalet ve insaf tarihin en zarif ve hayranlık uyandıracak mânevî, maddî, ilmî, fennî, edebî, mîmarî, insanî, bediî eserlerinin vücuda getirilmesinde temel saiktir: [6]
“Müslümanlar gittikleri her yere adalet götürmüşlerdir. Dedelerimiz savaşlarda, canla, başla, düşmandan kaçmadan, sırt dönmeden, gerilemeden çalışmışlar, savaşmışlar, tarihimize altın sayfalar yazdırmışlar. Büyük zaferler kazanmışlar, nice diyarlara İslâm’ı götürmüşler, adâleti götürmüşler, hakkàniyeti götürmüşler, hoşgörüyü götürmüşler. Müslüman cihad ile gittiği yere sulh götürüyor, hoşgörü götürüyor. Edep götürüyor, iman götürüyor, adalet götürüyor ve oranın yerli ahalisi memnun oluyor. Çünkü müslümanlar adaletli… Çünkü müslümanlar iyi insanlar… Çünkü müslümanlar ırza, namusa dokunmuyor… Çünkü müslümanlar mala, mülke dokunmuyor…. Çünkü müslümanlar, insan hakları dediğimiz hakları ve hürriyetleri, asırlar boyu hakim oldukları yerlerde insanlara yaşatmışlar.” [7]
Es’ad Coşan Hocaefendi Rahmetullahi Aleyh buyurur ki; ne kadar yanlış ve kusurlu olursa olsun, bütün yanlış ve sapık yolların da bir mantığı, muhakeme tarzı, felsefesi vardır. Bu mantığa dayandırarak onlar da kendilerini doğru yolda sanır, haklı bulur. Ancak İslam inancına gore her bilginin, hakikatin yegane kaynağı Allah Teala’nın zatı ve Onun ilmi-bilgisidir. İnsana gerçeği ancak Allah (celle celâlüh) gösterir, hakkı O buldurur, doğruluğa ancak O hidayet eder.[8] Bu sebeple Allah’ın gösterdiği ve İslam’ın kulavuzladığı gerçek ve hakikat dışındaki her şey dünyevi, yanıltıcı, hatalı ve eksiktir. Bu yanıltıcı bilgilerin yetersizliği ile hareket edenler çatışmaya sürüklenirken, dünya metaına tamah etmek de insanı haksızlığa düşürür:
“Dünyayı sevmek, her hatânın kaynağıdır. Her hatâ oradan kaynaklanır. İnsanı dindarlıktan uzaklaştıran, adâletten uzaklaştıran, hırsızlık, kalleşlik yaptıran, arkadaşlığı bozduran, her türlü hatânın kaynağı dünya sevgisi!.. Her türlü rekàbet dünyadandır. İki kardeş birbiriyle savaşır, baba oğluyla savaşır hükümdarlık için… Osmanlı tarihinde bile var… İki devlet birbiriyle savaşır, dünya için… Irak’ın İran’la çarpışması ahiret için miydi?.. Değil, dünya için… Dünyadan zâhid olsa insanlar, dünyaya metelik vermeyen insanlar olsalar, bunların hiç birisi olmayacak! Menfaat çekişmesi olmasa, çatışması olmasa, bunların hiç biri olmayacak!.. Ama menfaat işin içine girdi mi, dünya girdi mi, iş değişiyor. Her hatâ ordan kaynaklanıyor.” [9]
M. Es’ad Coşan Hocaefendi, haklının aynı zamanda güçlü ve kuvvetli olması gerektiğini söylemektedir. Zira haklar her zaman tam olarak verilmediği gibi hukuk da adil biçimde işlemeyebilir. Bu mü’min hakkı olanı cebren de olsa almak zorundadır. Hocaefendi şirret ve edepsizden, imansız ve insafsızdan adalet beklenmeyeceğini belirterek, “Şu garip ve acayip ortamda hak verilmez, alınır; haklar titizlikle korunmazsa, maalesef çiğnenir ve gaspedilir”,[10] demektedir. Haksızlığa sebep olanlara ise gerektiği biçimde hak ettiği dersi ve cevabı vermelidir:
“O halde samimi dindarlar ile hakikî fikir ve vicdan hürriyeti taraftarları da –en az münkirler kadar– gayretli olmalı; olumlu, verimli, köklü ve devamlı çalışmalara girişmelidir. Tembellik, lakaytlık ve gevşekliğin vebal veya zararının çok büyük olacağını bilmelisiniz… Fikirlerinizi duyurmak ve yapılan saldırılara karşı savunmak için her türlü araç ve gereçleri kullanmalı, kurulmuş müesseseleri maddeten, mânen, kalben, fikren ve lisanen kuvvetle desteklemelisiniz. Bulunduğunuz çevrede hak ve hürriyetlerinizi korumak için kadın erkek tedbirler almalı, dernekler kurmalı, var olanlara üye olmalı, doğru yönde çalışmalarını sağlamalısınız. “[11]
Merhum Es’ad Coşan Hocaefendi, hakların aranmasını, her ne olursa olsun haksızlığa karşı durulmasını gerekli bulduğu gibi, hak arayışında olanları da desteklemiş ve teşvik etmiştir. Mesela yıllarca Türkiye’nin gündemini işgal etmiş olan başörtüsü olaylarında meseleyi bizzat bu duruma maruz kalanların kendilerine bir ihsan beklemeden çözmesi konusunda şöyle buyurmuştur:
“Gönül isterdi ki hukuk fakültesi gibi meslekî bakımdan uygun bazı öğretim kurumlarında tahsil görmekte olan mağdur kızlarımızdan bir kısmı aday olsun, seçilsin, meclise girsin ve mücadele etsin.”[12]
Buna rağmen Es’ad Coşan Hocaefendi kontrolsüz ve hukuksuz hak arayışlarına da karşı çıkar. Devletin kanun ve kanun uygulayıcılarına uygun biçimdeki hak arayışlarını makul ve uygun bulur. Hak aramak iddiası ile hukuka muhalif davranmayı, topluma ve toplum malına zarar vermeyi, hatta çevreyi incitmeyi dahi mazur görmez:
“Kimi kalkmış, yemyeşil ormanlarımızı cayır cayır yakıyor; bilerek, hunharca, vahşice, insafsızca, yersiz, haksız, anlamsız olarak, ‘eylem’ diyerek…[13]
Merhum Hocafendiye göre hepimizin hukuka saygılı olması lâzım. Zira ülkemiz bir hukuk devletidir. Ancak o, “hukuk devleti” tanımını da yeterli görmez. Zira her toplumda hatta en ilkel toplumlarda bile bir hukuk vardır. Hatta hukuk olması, kanunlar olması yetmez, kanunların âdil olması ve insan haklarına uygun olması gereklidir. Bir konuşmasında “Bugün kanun devleti bile ayıp sayılıyor. Hukuk devleti var…”der.
“Kanunlar antidemokratik olabildiği için kanunlarla idare edilmek bile bir meziyet değil… İnsan haklarına saygılı olmak zorunda her devlet… Kim oluyor ki küçücük bir azınlık çıkacak da, koca bir milleti te’dip edecek. Şunu yapma diyecek, bunu böyle yap diyecek… Sen kim oluyorsun?.. Ben milletim, ben istediğimi yaparım![14]”
“İnsan haklarına aykırılık varsa, özgürlüklere, çağdaşlığa aykırılık varsa, o değiştirilir, inat etmemek lâzım!”[15]
Değerli dinleyenler…
Adaletin tesisi ve hukukun işletilebilmesi uygulayıcılar ile irtibatlıdır. Hukukun varlığı ve adil kanunların uygulanması ancak adil hukukçular ve haksızlığa rıza göstermeyen teba ile mümkündür. Es’ad Coşan Hocaefendi, bir makalesinde bunu şöyle ifade ediyor:
“el-’adlü esâsü’l-mülk” denmiştir. “el-’adl”, yani adalet; esas: Temel; mülk: Egemenlik demek.. Meliklik, malik olmak; bir toplumun yönetimine sahip olmak demek. Egemenliğin, hâkimiyetin, idareye sahip olmanın temeli adalettir. Dinimiz böyle buyuruyor. İnsanın kendisini aşması, kendisi aleyhine karar verebilmesi başka bir din ve kültürde görülmüş mü? Hâkim, kendi kendisini mahkûm edecek; çünkü Kur’an, “Velev ‘alâ enfüsiküm evi’l-vâlideyni ve’l-akrabîn: İsterse kendinizin aleyhinde olsun, isterse anne babalarınızın aleyhinde olsun… Yine adaletten, doğruluktan ayrılmayın.”110 diyor. Anne babasını mahkûm edecek bir hâkim, akrabasını mahkûm edebilecek bir kadı, bir adalet mensubu uygulayıcısı olabilmek, bize, bizim kültürümüze mahsus bir şereftir, bizim İslâm ve iman kültürümüzde görülebilen bir şereftir.[16]
Modern çağlarda hukuk ve uygulayıcıları adil de olsa kanunları yerine getirmekte keyfiliğe tabi olabilir yahut bir takım çıkarlar sebebiyle hukuku ve kanunları kendi menfaatleri doğrultusunda yorumlayabilirler. Zira bazen Es’ad Coşan Hocaefendinin belirttiği gibi “Hukukçular, cübbelerini giyip yürüdükleri zaman, en ters şeyleri söyleyebiliyorlar. İnsan haklarını çiğneyebiliyorlar, hukuku çiğneyebiliyorlar; slogonlarıyla, ve sâiresiyle…” [17] Bir takım meseleler adaleti tesis ile sorumlu olanları dahi tereddüte düşürecek derecededir. Kadın hakları ve hürriyeti bunlardandır. Hocaefendi önce herkesi ilmin, irfanın ışığında serinkanlılıkla, tarafsızlıkla, adalet ve insafla incelemeye, mânevî ve ilahî gerçekleri, delilleriyle güzelce ve apaçık tespite davet ediyor ve düşülen tenakuza dikkat çekiyor: [18]
“İslâm dininin, kadınlar konusunda sağladığı hürriyet ve adalet,[19] yaptığı büyük sosyal inkılabın getirdiği yenilikleri ve yıktığı zulüm kaidelerini birçok tarafsız filozof ve bilim adamı, kabul ve itiraf eder. Kadın haklarını korumaya bu kadar hevesli isen yoldan çıkan, kötü yola düşen kadınları korumaya, kurtarmaya çalışsan ya! O zaman tesettürü, namusu filan savunmak gerekir diye mi korkuyorsun?”[20]
Merhum Es’ad Coşan Hocaefendiye göre adaletin, eksik, hatalı veya gecikmiş olması da adaletsizliktir. Mahkemeler adil olmalı, hızlı karar vermeli, suçlular bulunmalı, vicdanlar rahatlatılmalı, bunun için gerekli olan mekanizmalar çalıştırılmalı, yoksa tesis edilmeli ve adalete güven sağlamlaştırılmalıdır:
“Adalet mekanizması hızlı değil, mahkemeler güvenli değil, kanunlar yeterli değil, cezalar kötülüğü durdurucu, fesatçıyı caydırıcı değil! Bu çok vahim bir durum, bu konuya ciddiyetle eğilmeliyiz. Ne yapıp yapıp, er geç suçluyu mutlaka bulmalı, hak edene hak ettiği cezayı mutlaka vermeliyiz. Mekanizma bu tarzda düzenlenmeli ve çalıştırılmalı. Namuslu, faziletli, bilgili, görgülü, vatanı, milleti, adaleti seven insanlar birleşmeli; düşünmeli, taşınmalı, yeterli, etkili tedbirler bulmalı ve bunları uygulamaya yarayacak alet, edevat ve teşkilatı tesis etmeli!”[21]
Hukuk adamı hükmettiği zaman adaletle hükmetmez ise evvela Allah ondan intikam alır, ahirette ise büyük cezalara uğratır. Hocaefendiye gore adaletle hükmetmeyen kadılar, hakimler bu vebalin büyüklüğü ile orantılı olarak çok büyük cezalara çarptırılacaklardır. Asıl suçluyu cezalandırırken, bir masumun kılına bile zarar vermek endişesi hakimi ince eleyip sık dokumaya, nice sabır taşıracak çirkin davranışın karşısında itidal ve tahammule sevketmelidir.[22] Bununla birlikte Hocaefendi adaletin, hak ve hukukun tesisinde tebayı da sorumlu ve ortak kabul eder:
“Devletin ağır aksak, eli kolu bağlı, maddî güçten mahrum organlarından çok daha atik, çok daha fedakâr, çok daha güçlü, çok daha etkili olabiliriz ve olmalıyız. Oradaki iyi niyetli memurlarla, uzmanlarla el ele, iç içe, omuz omuza… Çünkü bu yurdun taşı, toprağı, ormanı, madeni, maddî, mânevî, tabii tüm güzellik ve zenginliklerinde bizim de hakkımız var, korunmasına da katkımız olmalı. Şer güçleri organize olduğu kadar, hayr güçleri de organize olmalı, çok kuvvetli olmalı!”[23]
Bu mesuliyet ortaklığı durumunda Es’ad Coşan Hocafendi her iki kesimi de yani hukuku uygulayanları da ona tabi olanları da kusurlu bulur. Zira toplumumuzun ana malzemesini teşkil eden ve tarihimizden, örfümüzden, inancımızdan gelen tabii akış çizgisinin devamı olan temiz yürekli ve saf halk kitleleri, hukuk ve siyaset ilimleri sahasına uzun zaman yabancı bırakılmışlar hatta kahir ekseriyet, kendilerinin nasıl bir mekanizma içinde yönetilip çevrildiğinden bîhaberdir. Şöyle der Hocaefendi bir makalesinde:
“Bu bîçareler, mevcut ve mer’î içtimaî ve hukukî sistemin, kendilerine ne gibi haklar verdiğini, ne tür avantajlar sağladığını bile bilmezler. Bu yüzden kendilerini savunamazlar, haklarını kullanamazlar. Çok kere bir heyecan ticareti içinde taraf tutmuş ve art niyetlerini bilmedikleri kişileri kendilerine vekil seçmişlerdir. Yönetenlerin hak, salahiyet ve görevlerinin sınırlarını da bilmezler, onları ağa veya paşa, kral veya hükümdar gibi görür, “Lâ yüs’el” sanırlar, bu yüzden de etkili bir şekilde kontrol altında tutmaz; zorbalığa, rüşvete, iltimasa, haksızlığa karşı çıkmazlar.” [24]
Hocafendiye göre insanlar, Allah-u Teâlâ Hazretleri’nin adaletli olmak emri üzere, her şeyi adaletle yapması ve hakkâniyete riayeti bir vecibe ve zorunluluktur. Ancak adalet terazisini sıkı kavramak emeli ile zulme teşebbüs tehlikesine düşülmemelidir. Hocaefendi şöyle der:
“Adaletle yapmalı da, zulmetmemeli de, çok kere de bağışlamalı… Hattâ geçen gün okuduğum bir hadis-i şerifte geçti; “Bir kulun ben hakkımı sonuna kadar alacağım diye çalışması, onun cimriliğini gösterir” diyor. Demek ki biraz da hakkından lütfen bağışlayacak karşı tarafa, sonuna kadar sıkıştırmayacak. Kul cömert olacak, müsamahalı olacak, ama zulmü hiç yapmayacak, haksızlığı hiç yapmayacak… Adaletle, hakkâniyetle hareket ederse iyi de, müslümanın biraz daha lütufkâr olması ve bağışlaması, hadis-i şeriflerde tavsiye ediliyor.[25]
“Sen adâletli iken mağlub olmayı, zâlim iken galip olmana tercih et!.. Zâlim durumda, zâlim sıfatında iken galip olmayı isteme; haklı ol da istersen mağlub ol!.. Haklı olduktan sonra mağlub olmayı, zâlim olup galip olmaya tercih et!..”[26]
Galibiyeti sağlarken de çok kere zâlimlik olur, baskı olur, haksızlık olur. “Hayır! Sen zâlim olup da galip geleceğine, haklı ol da mağlub ol!..”
Merhum Es’ad Coşan Hocaefendi adaletin tesisini liyakat sahiblerine gösterilecek ehemmiyete de bağlamaktadır. Görev ve sorumluluklar o iş sadedinde bilgi, birikim ve tecrübeye sahip olanlara verilmelidir. Aksi halde adaletin sarsılır, tayinlerin adam kayırma yoluyla yapıldığı zamanlarda ise cemiyet yozlaşarak çökmeye başlar. Toplumların başarısı, yükselmesi, kudreti, iktidarı gibi insanların Allah indinde makbul kul olması, Allah’ın lütfuna ermesi, mükâfatına mazhar olması, teyidine mazhar olması adaletledir. Allah’ın tevfîkinin insandan çekilmesi, başının belalara girmesi, burnunun yerlerde sürtmesi de adaletsizliktendir, zulümdendir, haksızlıktan,[27] buna sebep olan ve sessiz kalanlar sebebiyledir. Yönetimler ve devletler ancak adalet temeli üzerinde payidar olur diyen Hocaefendiye göre haksızlıklar tamir edilmezse, yeni yeni haksızlıklara yol açar; milletin devlete, kanuna itimadı ve saygısı kalmaz, anarşi başlar. Sosyal patlamalar devleti de tahrip eder, milleti de çökertir. Kurtuluş hakka, adalete dönmektedir.[28] Merhum Hocaefendi İslamın Temel Hususiyetleri adını taşıyan makalesinde buna delil olarak şu ayetleri göstermiştir:
“İslam, gıybeti, dedikoduyu, laf taşımayı, insanları birbirine düşürmeyi, yalancılığı, haksız kazancı, aldatmayı, ölçü ve tartıda hilekârlığı, cemiyetin problem ve dertlerine karşı lakaytlığı ve umursamazlığı hiddetle reddeder. Allah “Ey mü’minler! Allah için dürüstlüğü yaşatan, adaletle şahitlik eden kimseler olunuz. Bir topluluğa olan hıncınız sakın sizi adaletsizliğe sevketmesin. Adil olun çünkü bu, takvaya (samimi dindarlığa) en uygun davranıştır…” buyurmaktadır.
“Ey mü’minler! Hakkı dürüstlükle uygulayan ve Allah için doğru şahitlik yapan kimseler olunuz. Kendi şahsınızın, ana-babanızın ve akrabanızın aleyhine de olsa ve şahitlik yapılan zengin veya fakir bulunsa bile…” [29]
Bu sebeplerden, yani İslamın adalete verdiği yüksek paye ve mevki, müslümanların bu konudaki titizliklerinden ötürü İslamın hakiketiyle bilinmesinin önündeki bütün engeller kaldırılmalı, devletler bunu teşvik etmeli ve desteklemelidir. Zira:
“Aldatmaya ve zulme yasak getirmiş olan dinimizin serbest olması, öğretilmesi, benimsenmesi ve uygulanması lâzım! Devletin de buna yardımcı, kolaylaştırıcı olması lâzım!.Zira İslam Allah’tan korkan, sorumluluk duygusuna sahip, adaletle hareket eden, haram yemeyen, günaha meyletmeyen insanlar yetiştirir..” [30]
“İyi bir müslüman doğruyu söyler, haktan yana olur, zayıf da olsa haklı olanı tutar, destekler. Bu ona, Allah’ın emridir; kendisinin, anne babasının, yakınlarının aleyhinde bile olsa adaletli, insaflı, hakkaniyetli davranacak; özü, sözü, işi doğru, güzel, mükemmel insan olacaktır.”[31]
Değerli dinleyenler,
M. Es’ad Coşan Hocaefendi bir kimsenin işlediği suçtan ötürü onunla bağlantılı olanların da mahkum edilmesini doğru bulmaz. Suçun ve cezanın şahsiliği ilkesi ceza hukukunun en önemli ilkelerinden biridir. Suç kişiseldir, suçu isleyenden başkası bu suçtan ötürü cezalandırılamaz. Bu ilke suçlunun anne babası, kardeşleri, akrabaları ya da kimlik aidiyetiyle bağlı olduğu üçüncü kişilerin masumiyetini muhafaza eder. Bir kimlik, bir din, bir ulus, bir mezheb ya da bir fraksiyon müntesiplerinden birinin işlediği suçtan dolayi topluca suçlanamaz ve cezalandırılamaz. Adalet ve kanunlar bu durumdan uzak kabul edilseler de vicdanların yanlış işlemesi sebebiyle bazen bir topluluk, kişiler yahut topluluklar nezdinde tamamı itibariyle töhmet altında bırakılır ve suçlu konumuna mahkum edilir. Hocaefendi şuçların şahsiliği prensibine dikkat çekerek şöyle der:
“Hukukta ‘suçların şahsiliği’ni hiç duymadınız mı? Birinin işlediği suçun kabahatini, başkaca ilgisiz, masum binlerce insana ve hele hele dine, imana, İslâm’a nasıl yükleyebilirsiniz? Daha muhakeme olmadan, birtakım kişi, kurum ve zümreleri nasıl ve ne hakla suçlayabilirsiniz? Sivas’ta şunlar öldürüldü diye Erzincan’da bunlardan intikam almaya nasıl vicdanınız elverir? Bunu nasıl mazur göstermeye çalışabilirsiniz?”[32]
Roma Hukuku modern hukukuğun temeli sayılır ve esaslarını Roma imparatorluğunun Hz. İsa’dan önceki devirlere dayandırır. Batı rönesans ile yeniden dirilirken, Roma hukukuna da canlılık vermiş ve onu hukuk isteminin temeli kabul etmiştir. Cumhuriyetle başlayan yeni hukuk düzenlemeleri çerçevesinde de Türk Hukukuna dahil edilmiştir. Merhum Hocaefendi dünya çağında sayısız şahitler kazanan çifte standart uygulamalarının kökenini Roma hukuku esaslı hukuk sistemlerine bağlamaktadır. Şöyle der, Batı uygarlığının merkezlerinden İngiltere’deki bir sohbetinde:
“Amerika’da haklar ve hürriyetler var, İngiltere’de haklar ve hürriyetler var, Almanya’da haklar ve hürriyetler var ama, kendileri için… Kendilerinin dışındakiler için değil. Kendilerinin dışındakilere bunları tanımıyorlar. Bu, Roma hukukundan beri Batı’nın hukuk anlayışıdır. Roma hukukunda bir vatandaşlar vardır, bir de vatandaş olmayanlar vardır. Vatandaş olmayanların hiç bir hakkı yoktur, onlara karşı durum başkadır. Yahudi inancında bir yahudiler vardır, bir de yahudi olmayanlar vardır. Yahudi olmayanların hakkı, hukuku yoktur. Avrupa hukuku da böyledir, kendileri için olan haklar ve hürriyetler, başkaları için yoktur. Onun için daimâ Avrupalının davranışında çifte standart görürsünüz.”[33]
Merhum M. Es’ad Coşan Hocaefendi yine batılı hukuk sistemlerini örnek göstererek bizim hukuk sistemimiz ile mukayese eder. Modern hukuk siistemleri olarak anayasalarından istifade ettiğimiz hemen bütün Batılı sistemlerin din unsurundan hali olmadığını ve hepsinin kendi dinleri ile irtibatlı olduğunu bir makalesinde şöyle bildirir:
“Dini, devlet, kanun, hükümet işlerinden ayırmak, dışlamak yok; aralarında anlaşırlarsa dinî hususları da kanun haline getirmişler. Mesela İsviçre hukuku bir hıristiyan hukuku, Almanya, Danimarka hukuku da öyle… Kanunlar halkın, papazların arzularına, fikirlerine aykırı değil, kilisenin aleyhtar olduğu bir kanun çıkarmak hemen hemen imkânsız. Evlenme, boşanma, doğum, ölüm, işlemleri… hep kilisenin elinde. Mesela Kardinal isterse bir hükümet değişir, bir bakan düşer, başlanan bir iş derhal durur.[34]”
Ezilenlerin ezilmekten kurtulmasını; sömürülenlerin sömürülerinin sona ermesini; dünyanın her yerinde zulmün ve zorbalığın kalkmasını; fakirlik ve sefaletin yenilmesini; huzur ve refahın yaygınlaştırılmasını; herkesin mutlu ve bahtiyar olmasını temenni ettiğini belirten Hocaefendi; müslümanların, inananların birleşmesini; yalan-yanlış din ve inançların bırakılmasını istediğini söyler. Bu emellerin gerçekleşebilmesi için öne sürdüğü 15 maddeden müteşekkil çözüm önerilerinin 9.cusunda ümmetin ihtilaflarına dikkat çekerek, birlik ve beraberliğin tesisinde adaletin gerekliliğine vurgu yapar. Ona gore Ümmet arasındaki ihtilafları sulh yoluyla çözecek bir İslâm Adalet Divanı kurulması [35] birliğin kurulmasında son derece mühimdir. Doğu halklarının modernleşme çabaları çerçevesinde hukuk sisitemlerini yenilemek gayesiyle mesned aradıkları batılı hukuk sistemlerinin aranılan hedef olamayacağını Hocaefendi yine çeşitli mukayeseler ile dile getiriyor:
“İsveç sosyal adaletin devlet gücüyle tahakkuk ettirildiği ülke. Herkesin maaşı var, çalışmasa bile maaş alıyor. Herkesin sağlık işleri halledilmiş; hastahanesi, ilacı, her şey bedava… Okutulması ve saire devlete ait. Yediği önünde, yemediği ardında, her şeyi hazır; dünyada en çok intihar olan ülkelerden birisi İsveçmiş. Cinsel bakımdan çok serbestlik var ama en çok cinsel suçların işlendiği ülke İsveçmiş. E niye suç işliyorsun, her şey serbest?.. Olmuyor işte…”[36]
“İslâm’sız halklar arasında adalet ve hakkaniyet sağlanamaz; İslâm’sız zulüm ve istismar, aldatma ve sömürme önlenemez; İslâm’sız devlet çarkı doğru düzgün döndürülemez; İslâm’sız halka gerçek hizmet götürülmez.”[37]
Merhum Es’ad Coşan Hocaefendi her türlü muzır işi nefsine düşkün ve şeytana esir insanların üretmekte ve beslemekte olduğu uyarısını yapmaktadır. Kanunî yasaklar bu konuda kifayetsiz kalmaktadır. İşin asıl kaynağı, hakikî imanın, güzel ahlâkın, tasavvuf hayatının, nefis mücahedesinin, Allah korkusunun, mesuliyet duygusunun yokluğudur.[38] Kâinatın ilahî kanunlarına ters tutumla muvaffakiyet mümkün değildir diyen merhum Es’ad Coşan Hocaefendi, ilahi kanunu hükümran kılacak, insanlara hakiki adaleti ulaştıracak, adalet timsali müslümanları adaletli olunması noktasında sürekli teşvik etmiştir.
“Kâinatın ilahî kanunlarına ters tutumla muvaffakiyet mümkün değildir” diyen Es’ad Coşan Hocaefendi, ilahi kanunu hükümran kılmanın adaletsizliğin yol açtığı bütün karışıklıklara, sosyal adaletsizliğe, insanlar ve milletler arası anlaşmazlıklara son verececeğine inanmaktadır. Ona göre İslamın özüne dönmek ve onun adli mekanizmalarının doğru anlaşılıp modern adalet ve hukuk düşüncesine kaynaklık etmesi çifte standartın, şahsi yorum ve uygulamaların, keyfi karar ve tercihlerin önünün alınmasını temin edecektir. Adalet ve adil oluş bir kuruma mahsus ve hasredilmiş bir nitelik değildir. Bireyler de görüş, fikir, fiil ve tercihlerinden başlamak üzere adaleti hissetmek ve yaşanılır kılmak mecburiyetindedirler. Bununla kalmayıp İslamın iyiliği emretmek kötülükten sakındırmak emrine tabi olarak hak ve hukuk anlayışlarını yaygınlaştırmak durumundadırlar. Haksızlığa maruz kalanların bizzat kendilerinin bir hürriyet ihsanını beklemeden kendi çaba ve çalışmaları ile haklarını acze düşmeden seferber etmelidirler. Zira şairin dediği gibi “Ketm olunur aciz olanın hakk-ı sarihi.” Bu sebeple merhum ve mağfur M. Es’ad Coşan (Rahmetullahi aleyh) Hocaefendi bir şairin,
“Rahât ister nefs, mihnetdir ibâdet ser te ser,
Terk-i rahât rağbet-i mihnet kılan mümtâz olur” dediği gibi, hayatı boyunca, insanlara hakiki adaleti ulaştıracak, adalet timsali müslümanları, olabildiğince tez sorumluluk almaya davet etmiştir.
Ruhu şad, makamı firdevsi âla olsun.
KAYNAK : habername.com