Güncel > Said Nursî-Gülen karşılaştırması!
24.02.2014
Yeni Şafak Gazetesi yazarı Hilal Kaplan, Bediüzzaman Said Nursi ve Fethullah Gülen’in karşılaştırılmasını yaparak, yaşanan tezatlıklara dikkat çekti.
İşte Kaplan’ın yazısı:
Ekrem Dumanlı başta olmak üzere pek çok Camia mensubu yazar, Bediüzzaman ile Fethullah Gülen arasında paralellikler kurarak, Ak Parti hükümetini Bediüzzaman’a zulmedenlere benzetmek için ciddi bir gayret gösteriyorlar. Cumhuriyet kurulduğundan beri dindarların rahat bir nefes aldığı tek dönemin vesilesi olan Ak Parti hükümetini ‘âlim ve din düşmanı’ göstermek noktasında Camia’ya iyi şanslar dileyerek, kıyasın ilk kısmına değinmek istiyorum. Ancak öncelikle, bu yazıda ve devamında, iki şahsiyetin duruşuna ilişkin bir ‘ahlâkî doğru’ ibraz etmekten ziyade, aralarındaki sarih ve temel farklılıkları göstermeye çalışacağımın altını özellikle çizmek isterim.
***
Said Nursî ve Fethullah Gülen, farklı dönemlerde ortaya çıkmış, İslâmî temsili ve pek çok gönüldaşı olan iki önemli şahsiyet. Ancak Mustafa İslâmoğlu veya Cübbeli Ahmet de öyle. Dolayısıyla, kişileri aynı çerçeve içine koyabilmek için duruş ve fikriyat açısından yüzeydeki benzerlikleri aşan bir mütekabiliyet ilişkisi tesbit etmek şarttır.
Naçizane kanaatimce, Nursî-Gülen arasındaki temel farklar ‘otorite-âlim ilişkisi’ ve ‘anti-emperyalizm-İslâm müdâfaası’ bağlamında belirginleşmektedir.
***
Said Nursî, geçtiğimiz yüz yılın en özgün mütefekkir ve âlimlerinden birisiydi. Otoriteyle başının hiçbir zamanhoş olmaması bu özgünlüğün en kıymetli yönlerinden birisiydi.
Örneğin ilk gençliğinde hocalarıyla yaşadığı bazı anlaşmazlıklar sonucu medrese eğitimi sırasında sık sık yer değiştirmişti. Tarihçe-i Hayat’ta âmirane söylenen en küçük bir söze bile tahammül edemediğini belirtmişti.
II. Abdulhamit’ten ‘Medresetü’z Zehra’ için ödenek ayrılmasını istemeye geldiği İstanbul’da, selâmlık törenine yöresel kıyafetleri, sarığı ve hançeriyle katılmakta ısrar ettiği gerekçesiyle akıl hastanesine bile kapatılmıştı. II. Meşrutiyet yaklaşırken, yıllardır taşıyageldiği bazı fikirlerinin yavaş yavaş karşılık bulduğunun anlaşılmasıyla akıl hastanesinden bu sefer de hapishaneye gönderilmişti. Fakat duruşundan ve fikirlerinden asla taviz vermemişti.
Tek Parti rejimi kurulduktan sonra da muhalif duruşundan milim geri adım atmadı. ‘Bu sarık ancak bu başla beraber gider’ sözü hâlâ kulaklarımızda çınlar…
Büyük Millet Meclisi’ne sunduğu on maddelik manifestoda ‘Türkiye’nin şekillenmesinde mânevî dinamiklerin ihmal edilmemesi gerektiği’ ibaresi yer aldığı için, daha o zamandan ’rejim düşmanı’ olarak yaftalanmıştı.
***
Öte yandan Fethullah Gülen’in, hareketi ortaya çıkmaya başladığı andan itibaren, ordu başta olmak üzere devleti yönetenlerle ve rejimle arasını hoş tutmaya çalıştığı kamuoyunun malumudur. Bediüzzaman’a en çok ızdırabın çektirildiği dönem olmasına rağmen, kamuoyu önünde Atatürk hakkında en ufak bir eleştiri yaptığı da vâki değildir. Bilakis, aşağıdaki gibi övgü içerikli pek çok demeci vardır:
‘Elli yıl cami kürsülerinde konuştum, hiçbir zaman Atatürk’ün aleyhinde söz etmedim. Hatta Atatürk’e hakaret eden birisini cami kürsüsünden protesto ettim. Atatürk kendi toplumunda yanlış biliniyor. Yanlış takdim ediliyor.’
Ancak Mavi Marmara dışında, otoriteye boyun eğme manasındaki en meşhur çıkışı, 28 Şubat süreci döneminde, darbeyi haklılaştıran bir duruş sergilemesine rağmen, sonradan hareketinin de mağdur edilmesi üzerine Çevik Bir’e yazdığı mektuptur.
‘Genel Kurmayımız’ın çok değerli İkinci Başkanı, Sayın Komutanım’ hitabıyla başlayan ve ‘Kahraman ordumuzun şerefli mensubu’ taltifleriyle devam eden mektuptaki ifadeler, Bediüzzaman’ın otoriteyle kurduğu ilişkiyle kıyaslandığında tam bir tezat teşkil eder. Mezkûr tezata ilişkin çok daha fazla örnek de verilebilir.
Yerimiz kalmadığı için, bir sonraki yazıda ‘anti-emperyalizm-İslâm müdâfaası’ nokta-i nazarından mukayesemize devam edeceğiz inşallah.
KAYNAK : habername.com