Güncel > Türkiye’nin cemaat tarihi
13.02.2014
Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden Doç Dr. Cengiz Anık Türkiye’nin cemaat tarihini anlattı.
NESRİN YILMAZ
İNTERNETHABER-ANKARA
Türkiye cemaatlerle ilk ne zaman tanıştı?
Cemaatler siyasetin içine nasıl dahil oldu?
Cemaatlerin tamamen ilk olarak bir siyasi partinin içine dahil olması hangi parti dönemine denk gelir?
Şu an yaşananların sebebi ne?
Cemaatler siyasi tarihimizden siliniyor mu?
Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden Doç Dr. Cengiz Anık tüm bu soruların yanıtını İnternethaber’e verdi…
İşte, Türkiye’nin cemaatlerle sınavını ilk kez bu kadar açık okuyacağınız röportajımız…
OSMANLI DÖNEMİNDE CEMAATLERİN SİYASİ KAYGISI YOKTU
Cemaatler Türk siyasetine nasıl ve ne zaman girdi?
Cemaatler öteden beri vardır ama Osmanlı chp-ucube-bir-parti_haber_3069085.jpgdöneminde cemaatler, resmi iradenin nüfuz edemediği alanlarda teşekkül etmişti. Osmanlı’nın, kendi topraklarındaki insanları belirli bir ideolojik form içinde yeniden inşa edip, yeniden var etmek gibi bir kaygısı olmamıştır. Osmanlı bir imparatorluktu, kendine göre hedefi vardı, fetih ülküsü üzerine kurulmuş bir imparatorluktu. Dolayısıyla İstanbul dışında yaşayan insanların nasıl yaşadığı ve nasıl yaşaması gerektiğini düzenlemek ile ilgili bir niyeti yoktu. Bundan dolayı, imparatorluğun veya saltanatın birebir muhatap olduğu alanlar dışındaki pek çok hizmeti, başta eğitim, cemaat ya da tarikat diyeceğimiz oluşumlar ifa etti. Hemen her sosyal alanda vakıf vardı, sokaklardaki kuşları beslemek için bile. Hatta hizmetçi azar işitmesin diye kırdığı tabağı tazmin eden vakıf vardı ve bunlar, infakla finanse edilen belirli biçimlerdeki tarikatlardı. Amaçları ahlaklı, dinini bilen, dünyevi hayatını sürdürecek kadar ilim ve irfan bilgisine sahip insan yetiştirmekti. Bunların siyasi hiçbir kaygısı yoktu, imparatorlukla kavgası da.
Kontolü altındaki insanların kendisi gibi düşünmesi amacıyla Osmanlı, son dönemlerine doğru kendi cemaatini oluşturmaya başlıyor. Peki bu tarikatların Türk siyasetine ilk girişi anlamına mı geliyor?
İLK DEFA YAVUZ’DAN SONRA
“Evet, Yavuz’dan sonra, Osmanlı ilk defa, siyasi iradenin amaçlarını bir biçimde dini jargonla vatandaşa anlatsın ve siyasi iradenin icraatlarını meşrulaştırsın diye, bazı tarikatları güdümüne almaya, bazılarını da düşman gibi görmeye başladı. Ne zaman ki, siyasi fermanların yanı sıra, dini açıklamalar yapmak durumunda kalırsınız, işte o zaman siyasi iradenin emrine amade bir dini kuruma ihtiyaç duyarsınız.”
Türk siyaseti ilk defa dini söyleme ne zaman ihtiyaç duydu?
“Yavuz’dan sonra, yani dini erk ile siyasi erkin tek elde toplanmasından sonra, siyasi icraatları meşrulaştırmak amacıyla dini açıklamalara ihtiyaç duyulmuştur ve bir bakıma din, siyasetin emrine amade hale gelmiştir.”
Sonra hep devam etti mi?
SİYASİ İRADEYE KARŞI İLK MUHALİF CEMAAT BEKTAŞİLERDİR
“Bir süre devam etti ama kendi muhaliflerini de oluşturdu. İlk defa, Osmanlının son dönemlerinde, siyasi iradeye karşı muhalif bir biçimde oluşmuş cemaat, Yeniçeriler arasında da yaygın olan bir tür Bektaşiliktir. İktidarın emrine amade kılamayacağı dini oluşumlar, iktidarın en fazla nüfuz ettiği alanların içinde, yani Yeniçeri ocaklarının içinde teşekkül etmiştir. Tam bu noktada, siyasi iradenin emrinde olan dini gruplar var ve siyasi iradenin emrine amade gibi görünüp de gizli muhalefet eden dini gruplar var diyebiliriz.”
OSMANLI DEVLETİ’NİN YIKILMASIYLA CEMAATLER DEJENERE OLDU
“Cemaatler, Osmanlı’nın yıkılma devrinde inanılmaz dejenere oldular. Aslında, Cumhuriyet kurulduğunda ilk işi olarak tekke ve zaviyelerin kapatılması mantıksız değildir. Bununla birlikte Kurtuluş Savaşına çok ciddi katkıları olan dini cemaatler de vardır. Mustafa Kemal, Erzurum’da, Sivas’ta tarikat liderleriyle toplantılar yapmıştır. İlk meclis zabıtlarında da bir takım dini gruplara atıflar yapılır. Sonraları, milli iradenin dini telkinler altında kalması risk teşkil edebilir endişesiyle, tekkeler ve zaviyeler kapatılır. Milli istibdat dönemi denilen İnönü döneminde, siyasi iradenin dini cemaatlere karşı ciddi bir taarruzu vardır.”
Ne zaman cemaatler tekrar canlandı?
CEMAATLER İLK DEFA SİYASİ ALANDA GÜÇ ELDE EDEBİLECEĞİNİ DEMOKRAT PARTİ ZAMANINDA GÖRDÜ
“Milli istibdat döneminde cemaatler neredeyse devletin en büyük düşmanı olarak tasavvur edildi. Siyasi iradenin karşısındaki bütün güçler dini sıfatlarla tanımlandı. İlk defa, Demokrat Parti’nin bazı cemaatlerle açık açık flört ettiğini biliyoruz. Uzunca bir aradan sonra bazı cemaatler; siyasi irade içinde kimi roller üstlenerek, kimi güç alanları elde ederek, kendi tarikatları lehine bazı sonuçlar elde edebileceklerini ilk defa Demokrat Parti döneminde gördüler. Diyebiliriz ki bazı cemaatler, ilk defa, siyaset üzerinde inanılmaz biçimde tasallutları olabileceğini, Demokrat Parti zamanında öğrendiler.”
Bunu öğrenen bütün cemaatler, mesela Nur cemaati bunu görüp harekete geçmedi mi o zaman?
NUR CEMAATİ SİYASET DIŞI OLARAK TANIMLANMIŞTIR
“Hayır geçmedi. Çünkü, Said-i Nursi’nin çok açık telkinleri vardır. Kesinlikle siyaset dışı ve siyaset üstü bir pozisyonlarının olduğunun altını ısrarlı bir biçimde çizmiştir. Said-i Nursi, Nur Cemaati’ni, siyasetin içine sokmamak için çok ısrarlı bir tavır sergilemiştir. Bu yüzden Nur Cemaati’nin bazı kollarının daha sonraları, şu veya bu biçimde herhangi bir siyasi parti ile rahat irtibat kurabilmesinin nedeni budur. Çünkü ‘bizim parti’ diye belirli bir siyasal organizasyona hiçbir zaman kendilerini müntesip görmemişlerdir. Nur Cemaati geleneğinin içinde, paradoksal bir biçimde, “A Partisi ile de stratejik işbirliğim olabilir. B partisi ile de C ile de” diye düşünüp, belirli bir siyasi partinin mensubu asla olmamışlardır. Çünkü siyasetin müridi değillerdir. Siyasetin içine belirli bir amaç için girmişler, orada belirli bir takiyye yapmışlar, gerektiğinde gidip bir başka partinin içinde bir başka takiyye biçimiyle, o partinin içinde güç elde edebilmişlerdir. Bunun temeli aslında şaşırtıcı biçimde, Said-i Nursi’nin kendi cemaatini siyaset dışı bir oluşum olarak kurmasından kaynaklanır.”
Her partiye yerleşmeleri “paralel yapı” olarak da algılanamaz mı?
SAİD-İ NURSİ’NİN TELKİNLERİ CEMAATLERİN DEVLET İÇİNDE GÜÇLENMESİNİ SAĞLAMIŞTIR
Böyle düşünen bir Cemaat müridi her partide rahatlıkla çalşabilir. Bu takiyye anlayışı, yani, “Ben her siyasi partinin içine gizlice adam sokabilirim” anlayışı, “paralel yapı” suçlamasına muhatap oluşumların meşruiyetini İLK DEFA bu şekilde sağlamıştır. Yani, “Benim her siyasi partide adamlarım olabilir, ben siyasetin dışında bir varlığım, dolayısıyla siyaseti kendi amaçlarım doğrultusunda etkileyebilmem için her siyasi parti içinde görev alabilirim. Orada da bunu dile getirmem, takiyye yaparım” inancının, meşrulaştırmalarının temeli, Nur Cemaati’nin siyaset dışı bir oluşum olarak tasarlanmasında yatar. Kısacası paradoksal bir biçimde, Said-i Nursin’in “siyaset dışı olma” telkini, bazı cemaatlerin devlet içinde güç sahibi olması için uygun bir imkan sağlamıştır.”
Dindar derin devlet var mıdır?
DİNDAR DERİN DEVLET VARDIR
“Evet vardır. Abdülhamit zamanında Teşkilat-ı Mahsusa denen oluşum bizzat iç politikada devlete karşı oluşabilecek bütün hareketleri, vaziyet alışları anlamak, bilmek ve denetim altına alabilmek için kurulmuş bir örgüttür. Kuşkusuz ki bu oluşuma karşı (örneğin ittihat terakki gibi siyasi oluşumlar eli ile) çok berbat, yani provakasyonlar yapan, cinayetler işleyen derin devletler, devlet içinde oluşturulmuştur
İlk kez bir cemaat bir partinin içine tam kadro ne zaman dahil oldu?
İLK DEFA TOPYEKÜN SİYASİ PARTİYE ANAP’TA DAHİL OLDULAR
“Cemaatler 1960′lardan itibaren ne Milli Nizam Partisi ne de diğer partilere tamamen entegre olmuştur. Belirli bir siyasi partinin içinde bir-iki milletvekili olarak bulunmuşlardır. Fakat hiçbir cemaatin, bir siyasi partinin içinde topyekün yer almak gibi bir amacı olmamıştır. Dolayısıyla belirli bir siyasi partinin içinde topyekün yer alıp, devleti ve milleti “benim inançlarıma inkılap ettireyim” gibi dertleri de olmamıştır. 80′lerde Turgut Özal’la birlikte belirli bir tarikat, devletin tarikatı olmak gibi bir fırsatı yakalamıştır. O dönemdeki, İran’a karşı ılımlı islam projesi, çok uygun imkan yaratmıştır. Yani ilk defa bir cemaat topyekün biçimde bir siyasi partinin içine girmiştir ve Anavatan Partisi’nin pek çok kararında pek çok faaliyetinde bire bir etkili olmuştur. Yine İlk defa bir cemaatin birden fazla bakanı olmuştur kabinede. Siyasi irade içinde bir siyasi partinin rotasında etkili olabilecek bir biçimde bir cemaatin gücünü biz Anavatan Partisi’nde gördük.”
O cemaat ANAP’la kopuş yaşadı mı ya da bir cemaat şimdiye kadar, içine dahil olduğu siyasi partiye düşman olmuş muydu?
İLK CEMAAT SİYASET KAVGASI ERBAKAN ZAMANINDADIR
“Hayır, hiç olmamıştı. Sadece Erbakan zamanında bir hocayla partinin arası bozuldu. İlk siyasi iradeyle cemaatin kavgası Erbakan zamanındadır. Burada dikkat edilmesi gerekir, Demirel’le değil, Türkeş’le değil, Ecevit’le değil, Özal’la değil, çok dindar bir siyasi liderle bir cemaat liderinin kavgasıdır. Pek çok başka sebep vardır ama cemaat liderinin Erbakan’a söylediği “Bavul bavul paraları nerede yedin” sözüdür.”
Peki gelelim bugüne… Paralel devlet kurmakla suçlanan cemaatle, AK Parti nasıl buluştu ve neden ayrıştılar?
CEMAAT İÇİN AK PARTİ UYGUN KARAKTERDİ
1980′lerden itibaren İslam coğrafyası üzerinde ılımlı islam projesinin realize edilebilmesi için bazı kurumsal değişikliklere ihtiyaç vardı (Katı olan her şey buharlaşmalı, İdeolojilerin sonu gelmeli ve küresel olarak her yerde serbest Pazar olmalıydı). Bunun için Türkiye model ülkeydi. Dolayısıyla Türkiye’nin dindar jargon kullanan, herkesin önünde namazını kılabilen, başörtüsü ile her yerde bulunabilen ve batı dünyasının dindar insanlara karşı asla bir tavrının olmadığını kanıtlayabilecek bir siyasal oluşuma ihtiyaç vardı. Sivil dini bir organizasyon, akıncılar ya da keşif bölükleri gibi, bir taraftan az gelişmiş ülkelerde İngilizce eğitim veren okullar açmalıydı. Diğer taraftan da siyaseten bunu dillendirecek bir siyasi organizayon olmalıydı. ANAP tam olarak bu ihtiyaca cevap veremedi ama AK Parti bu organizasyon açısından uygun bir karakter arz ediyordu.
Yani, birbirlerine ihtiyaçları vardı, buluştular, ne oldu da ayrıldılar?
İLK DEFA BU KADAR GÜÇLÜ BİR CEMAAT
“Paralel yapı” diye suçlanan yapı, kendi işlev alanı içinde, uluslararası düzeyde müslümanların hizmet aşığı insanlar olduğunu gösterecekti. Siyasi parti ise demokrasi ile islamın nasıl uzlaştığını ve muhafazakar demokrasinin demokratik kurumlarla islami düşüncenin ne kadar mükemmel bir sentez oluşturduğunu gösterecekti. Bu iki yapı bir bütünleşme meydana getirdi ve çok uygun koşullarda birliktelik oluşturdular. İlk defa, dini bir cemaat, topyekün biçimde, bir siyasi partinin içine bütün güçleriyle entegre oldu. Özal döneminden farkı şudur; AKP ile iş tutan cemaat, dış bağlantılarıyla değerlendirildiğinde çok güçlüdür. Özal döneminde Anavatan partisine giren cemaatin bu kadar gücü yoktu. Bu sefer ki cemaat, entegre olduğu siyasi partinin tosladığı noktalarda (kapatılma gibi) devreye girip, onun önünü açacak kadar güçlü bir cemaat idi.”
Neden gözden çıkardı AK Parti bu gücü?
ERGENEKON’UN BOŞALTTIĞI YERİ PARALEL YAPIYLA DOLDURDU
2000′lerin ortalarından itibaren yol ayrımları hep oldu. Fakat birbirlerinin karşılarına dikilmemeleri için haklı gerekçeleri vardı. Siyasi iradenin içinde Ergenekon dediğimiz bir devlet içi yapılanma vardı, bunun tasfiye edilmesi gerekiyordu. Devletin içinde onlar kadar güçlü olması gereken bir başka yapının devreye sokulması gerekiyordu. Dolayısıyla siyasi irade, Ergenekon’un boşalttığı bu alanı paralel yapıyla doldurdu. Bu aralıkta çok da birbirlerinden haz etmemelerine rağmen, şartlar bunları stratejik işbirliğine zorladı. Ergenekon tasfiye edilince cemaat siyasi partiye “siyasi varlık olarak benim sayemde varsın, ben olmasam seni sinek gibi ezeceklerdi” anlamında tazizler talep eden tavır içinde oldu.
AK PARTİ HER YERDE CEMAATE TOSLADI
AK Parti, referandumdan sonra kendini çok güçlü hissetmeye başladı ve siyaseten hakim olması gereken bütün alanlara, bütün devlet gücüyle sirayet etmeye çalıştı ve işte o zaman inanılmaz bir biçimde, özellikle bürokraside, cemaate tosladı. Kriz de o zaman başladı. En son seçimde de cemaat, belirli bir milletvekili kontenjanı istedi ama parti buna izin vermeyince bu siyasi partinin varlığını cemaat tehdit olarak algılamaya başladı.”
Nasıl biter bu savaş?
TAYYİP ERDOĞAN MUTLAKA CUMHURBAŞKANI OLMALI
Bence Tayyip Erdoğan bir biçimde Cumhurbaşkanı olmalı. Bu süreç, bunu gerektiriyor. Tayyip Erdoğan’ın önce kendisini ıslah etmesi gerekiyor, yani bir devlet adamı böyle mahalle kabadayısı gibi konuşamaz. Bir siyasi partinin genel başkanı kimliğinden, devlet adamı kimliğine inkılap etmeli. Türkiye cumhuriyeti Devleti’nin aldığı mesafenin tehlikeye girmemesi için, kargaşaya ve karışıklığa meydan verilmemesi için Tayyip Erdoğan seçilmiş bir Cumhurbaşkanı olmalı ama AK Parti’nin yerine de mutlaka ama mutlaka, merkezde bir siyasi parti oluşmalı. Bu, bizim demokrasimiz açısından çok gerekli. Bunu, AK Parti’nin içinden, CHP ve MHP’nin içinden bir grup ve başkalarıyla birlikte bir araya gelip muhakkak gerçekleştirmelidir. Tayyip Erdoğan’ın arka bahçesi gibi göremeyeceği bir siyasi iktidar şimdiden oluşmalıdır. Aslında bana göre önümüzdeki yerel seçimler tam da bunun için laboratuvar işlevi görecektir”
Ne olur bundan sonra, daha çok şaşıracağımız şeylerle mi karşılaşacağız?
HIRSIZLIK OLDUĞUNU HERKES BİLİYOR
“İki taraf da yalama oldu. Cemaat ne kadar hırsızlık var derse desin, AK Parti’nin lehinde kanaat sahibi olanların düşüncelerini belli ki değiştiremiyor. Bir hırsızlık var mı, evet var, bunu herkes biliyor mu, evet biliyor. Kamuoyunun hırsızlığı hazmetmesinin nedeni bence şu; devlet, milletin çıkarları doğrultusunda resmi olmayan bazı işbirliklerine girmiş. Vatandaş kendi kendine “bu kötü bir şey mi?” diye soruyor ve “hayır” diyor.
CEMAAT ELİNE YÜZÜNE BULAŞTIRDI
Cemaat de burada kendine bir rol biçti “bu işi ben çözerim” dedi, işin içine girdi ve eline yüzüne bulaştırdı. Böyle olunca da kendisinin de kontrol edemeyeceği bir cephenin içinde buldu kendisini ve tahrip olmaya başladı. Dış dünyada onu gaza getiren güçler, kendilerine de zarar vereceği gerekçesiyle, artık cemaatin yanında yer almamaya başladılar.
Cemaat kaybetti ama peki AK Parti kazandı mı, ya da kazanacak mı?
TÜRKİYE KAYBETTİ
Hayır bu savaşın kazananı olmadı. Ama kaybedeni çok açık. Hepimiz, yani Türkiye kaybetti. En kötüsü de şu: Hasımlarımıza yumuşak karnımızı gösterdik
Cemaat bu “savaşta” kaybettiyse bundan sonraki varlığı için ne söylenebilir?
CEMAAT DAHA AZ MEVZİYLE YETİNMEK ZORUNDA KALIR
Cemaat silinmez, bence Hizmet hareketi varlığını aynen korur. Bürokraside bir tasfiye yaşanmaz. Merkez valiliği gibi varlığını korur ama devlette çok daha az mevzi ile yetinmek zorunda kalır. Onun çıkardığı ders de şudur: Türkiye Cumhuriyeti devleti kolaylıkla avlanıp şişe gerilecek bıldırcın asla değildir
KAYNAK : sonsayfa.com