Güncel > 21 Aralık’ta kıyamet koptu!
25.02.2014
21 Aralık 2012’ye doğru ilerleyen süreçte dünyamız bir süre “Kıyamet” senaryolarıyla meşgul oldu. Maya Takvimi’nin aynı tarihte sona eriyor olması, Kıyamet’in en önemli ‘alametlerinden’ biri olarak kabul ediliyordu. Bu konu o kadar yoğun konuşuldu; o kadar yoğun tartışıldı ki, yakından uzaktan ilgisi olmayan insanlar bile “21 Aralık” tarihine şöyle göz ucuyla bakıp, kulak kabartmak zorunda kaldılar. Fakat 21 Aralık sessizce hayatımızdan geçti gitti ve “Kıyamet” diye bildiğimiz hiçbir şey gerçekleşmedi. Dünyanın yerle bir olacağı kehanetinde bulunanlar “hayal kırıklığı” yaşarken, kimileri de gelişmeleri “bu da fos çıktı” şeklinde yorumladı!
Oysa ki bu konuda farklı bir yorum daha mevcut. Onlar, aslında 21 Aralık’ta beklenen şey oldu ve “Kıyamet gerçekleşti!” diyorlar. Nergis Tunçil bunlardan biri. Ona göre her şey olması gerektiği gibi oldu ve kıyamet yaşandı. Sorun sadece “Kıyameti” yanlış anlamamızdan kaynaklanıyordu. 21 Aralık tarihinin yıl dönümünde, Tunçil’e Kıyamet’in gerçekte ne olduğunu sorduk!
YÖRÜKHAN ÜNAL: Nergis Hanım merhaba. 21 Aralık’ta “Dünyanın Sonu” gelecek diye beklerken, 22 Aralık’ta her zamanki gibi sıradan bir güne uyandı insanlık. Hatta hayal kırıklığı yaşayanlar bile oldu. Ama siz genel kanıların aksine “Beklenen oldu ve kıyamet gerçekleşti zaten!” diyerek şaşırtıcı bir saptamada bulunuyorsunuz! Peki bununla tam olarak neyi kastediyorsunuz?
NERGİS TUNÇİL: Sorun “Kıyamet” dediğimizde ne anladığımızla ilgili. Binlerce yıllık gelenekler, bu konuda yazılmış dinsel metinlerin sunduğu “yıkıcı” betimlemeler ve tarih boyunca kıyamet hakkında geliştirilmiş korkutucu söylentiler, 21 Aralık’ta dünyanın yerle bir olacağı beklentilerini doğurdu. Aslında bu beklenti bir açıdan haklı bir beklentiydi. Çünkü başlangıçta, dünyanın “yok edilmesi” öngörülüyordu. Ama sonradan bu senaryo değiştirildi.
O yüzden “Kıyamet” dünya ile ilgili olmaktan çok, “insanla” ilişkili bir kavrama dönüştü. Bu açıdan ‘kıyam’ sözcüğünü iyi anlamak lazım. Kıyam, hak çerçevesinde yaptığımız bütün fiillerin tartılması ve değerlendirilmesidir. Aslında tam açılımı, “Hakkın yerini bulmasıdır!” Hak edenin hak ettiği yere vardırılmasıdır! İlahi düzlemde bu süreç aynen bu şekilde yaşandı. Tüm hayatlarımız boyunca sahip olduğumuz yaşam deneyimleri ve tekamül düzeyimiz terazide tartıldı ve karar verildi!
O halde Kıyamet tüm okul hayatımızın sonunda gerçekleşen “büyük sınavdı” diyorsunuz. Kimin geçip kimin geçemediğine karar veren büyük jürinin toplanması gibi!
Doğru. Aslında dünyaya ait bir şey değildi Kıyamet olayı; insana aitti. Kendi biriktirmiş oldukları seçimlere göre, negatif ya da pozitif yöne doğru ayrışım yaşamalarıydı süreç. Bu ayrışım da oldu. Aslında bu bir sürecin tamamlanmasıyla ilişkili. Yani “bitişle” ilgili. Bu süreç bitince de buradaki platform yeni bir yaşam ve düşünüş biçimine açıldı. Bu da aslında “Altın Çağ” olarak adlandırılır. Bu yüzden dünyamızı ve insanları çok güzel günler bekliyor.
Özetlemek gerekirse, kıyamet dünyanın yok olmasını içeriyordu, fakat biz şimdi farklı bir kıyamet yaşıyoruz dediniz. Peki dünyanın yok olacağı şeklindeki senaryo neden değiştirildi?
Dünya aslında bir sınav yeriydi. İşlevini bitirince de sona erdirilmesi öngörülüyordu. Fakat sonlandırma kararından vazgeçildi ve dünyanın “Sınav Yeri” olma misyonunu tamamladıktan sonra, farklı boyuttaki bir “Deneyim Yerine” dönüşmesine karar verildi. Bu aynı zamanda dünya platformunun insan ruhundan başka formlara da açılması anlamındaki bir karardı.
Çünkü ruhlarımızın da ırkları var aslında. Aslında bu çok yeni bir algı. Çünkü biz ruhların farklı ırkları ya da boyutları olduğunu bilmiyorduk. Ama böyle bir durum var. Çünkü kainat çok geniş ve çok farklı sınav platformları ve çok çeşitli ruhsal formlar var. Bu farklı formlar çeşitli galaksilerde enkarne olarak farklı deneyimler elde etmeyi seçiyorlar. Bu bilgi ve deneyimler de kainatın ortak kasasına aktarılıyor. Şimdi bu formlar dünya hayatını ve insan olmayı da deneyimleme şansına kavuşacaklar. Tüm kainatın dikkatle dünya platformunu ve “Kıyamet” deneyimini takip etmeleri de bundan. Dünyamız uzun süredir çok sayıda ruhsal formun yakından takip ettiği bir yerdi.
Dünya nüfusuna baktığımız zaman, özellikle şu son yüzyılda inanılmaz bir artış görmemizin nedenlerinden biri de budur. Çok fazla beden enkarne olmuştu ve bu hep “kıyamla” bağlantılıydı. Bu bedenlenmelerin bir kısmı, hak dahilinde geçmiş enkarnelerini temizlemek, dünya platformuna ilişkin hesaplarını en ince detaylarına kadar kapatarak helalleşmek isteyen ruhsal ailelerden oluşuyordu. Bunlar dünyanın tarihinde binlerce kez yeniden bedenlenen insan varlıklarıydılar.
Diğer bir kısım ise dünyanın bu “özel zamanlarını” deneyimlemek ya da insanlığa bu geçiş sürecinde destek olmak üzere bedenlenen yüksek boyutlardan gelmiş varlıklardan oluşuyordu.
Peki Kıyamet yaşandıysa, bu varlıklar hala dünyada var olmaya devam mı ediyorlar?
Buradakilerden bazıları defterlerini kapatıp gitmeyi tercih etti ve etmeye devam ediyor. Tufanlar, depremler gibi toplu ölümleri hala yaşıyoruz. Bunlar aslında birlikte başka bir platforma geçmeyi seçenlerin toplu tercihidir.
Aslında çok özel bir çağdayız. Kalmak isteyenler kalabilecekler; başka formları deneyimlemek isteyenler de gidebilecekler. Ama bilin ki sonuçta burada kalmaya devam edenlerin çoğu hesaplaşmalarını bitirmiştir. Sadece yaşamlarının kalan süresini tamamlamak için buradalar.
Bundan sonra ne olacak? Nasıl bir dünya bekliyor insanları?
Bundan böyle dünyaya çok özel ruhlar gelmeye başlayacaklar. Ama çoğu farklı galaksilerden, farklı statülerden olacak ve onların sahip olduğu birçok farklı bilgi dünyaya akmaya başlayacak. Önümüzdeki süreç dünya için oldukça geniş bir vizyona sahip. Çok önemli bilgiler artık açık bir biçimde herkesin ulaşabileceği noktaya getirilecek. Ruhlarımız artık zaten daha olgunlaşmış durumda. Eskisi gibi değil hiçbir şey. Dünyanın daha kötüye gittiği söyleniyor. Hâlbuki öyle bir şey yok. “Bir olma” anlayışı, “Birlik olma” duygusu çok güçlü dünya üzerinde. Üstelik herkese yetecek kadar yiyecek var. Küçücük bir köyde olup biteni bütün dünya anında öğrenebiliyor. Bir olma duygusu teknoloji sayesinde pekişiyor. Aslında bu da plan dahilinde oldu ve yeni bir düzen hazırlandı ve koşulları sağlandı.
Öte yandan dünyada mevcut olan perdeler inceliyor ve giderek daha da incelenecek. Biliyorsunuz tekâmül planının gereği olarak dünyaya perdelerle geliyorduk. Bunun anlamı, sahip olduğumuz birçok değerin (yetinin) dünyaya indiğimizde bilinçli olarak “kapatılması” demek. Çünkü dünya platformunda gerçekleşen tekamül planının nihai amacı, tek tek her bireyin “doğrulara” kendi başına ulaşmasıdır. Perdeler bunu sağlar. Eğer onlar olmasaydı, “doğrulara” ulaşmak çok kolay olurdu.
Bu perdelerden en önemlilerinden biri “iletişim kurma” ile ilişkilidir. “Dil ile anlaşma” bu dünyaya özgü bir gerekliliktir; fakat ruhsal alemde bu geçersizdir. Şimdi bu perdenin incelmeye başlamasıyla birlikte “telapati” yeteneğindeki artışlara tanık oluyoruz. “Tam seni düşünüyordum beni aradın”; “Az önce para istemek için senden yardım istemeyi düşünüyordum; şimdi sen bana para vermeyi teklif ediyorsun!” gibi deneyimler herkes için tanıdık olmaya başladı biliyorsunuz. Bu süreç daha da ilerleyecek.
Dilin ortadan kalktığı ve tamamen telepatik bir iletişimin geçerli olacağını söylüyorsunuz. Herkesin zihni “şeffaf” olsaydı, kişisel ilişkilerden toplumsal ilişkilere, ekonomiden politikaya dek her şey değişmek zorunda kalırdı herhalde.
Evet, bu doğru. Dünyaya yeni gelecek insanlar bu yetenekle doğacaklar zaten. Böylece insanların “kandırılmaları” ve birbirlerini “aldatmaları” çok zor olacak. Telepatik bağlantılar buna engel olacak. Aslında bu da, çok daha temiz bir düzeneği dünyaya taşıyacak.
Eskiden pek çok şey kapalı olduğu için, insanların birbirini kandırması ve aldatması daha mümkündü. Artık bu daha az mümkün. İnsanlar birbirlerinin zihinlerini okumaya başladıkça, siyasette yalan söylemek ve yalan söyleyen siyasetçinin peşinden gitmek de imkansızlaşacak.
Bunun göstergeleri bugün de var. Geçmişte tek bir adamın kontrolüne girip, onun sözünden çıkamamak gibi korkunç bir illüzyon vardı. Lider illüzyonu. Ama bundan sonraki süreçlerde toplum bu tür illüzyonlara izin vermeyecek. Bütünlük ve birlik bilinci yükseleceği için son sözü herkes söyleyecek; bir kişi değil. Yani kimse yaradanın yerine geçememiş olacak. “Benim dediğim doğrudur; beni izlemek zorundasınız” mantığının sonu bu. Artık bir Mussolini ve Hitler’in çıkabileceği dönemler geçti.
Şu anda Suriye örneğinde olduğu gibi, dünyadaki insanların geçmiş dönemlere göre savaşa karşı daha çekimser kalmaları, dünyanın tümünü savaşa sürükleyecek müdahalelerden kaçınmaları biraz da bununla ve yükselen bilinçle ilgili. İnsanlar liderlerin peşine takılıp gözü kapalı savaşlara girmek yerine, bu konuda kendi kendilerine karar vermeyi yeğliyorlar. Çünkü savaşmak insan bilincine artık şu bilgiyi iletiyor: Savaşta kazanan yoktur! Tarihe baktığımızda, kazananlar kazanmış gibi gösterilmiştir genelde. Ama kazanan yoktur. Sadece insanlar ölür. Bu bilinç şimdi var. Yeni gelenler de bu bilgiyi aktaracakları için bu bilinç daha da güçlenecek.
Bu kolektif bilincin yayılması ve kaynakla ilgili güçlü bağın giderek daha da güçlenmesi, aynı zamanda gelecekte sınırların ortadan kalkmasına yol açacak. Çünkü insanlar birbirlerini tehdit olarak görmeyi bırakacaklar. Tehdit yoksa sınırların da anlamı kalmayacak. Çünkü sınırlar aslında tamamen kurgusaldır ve dünyanın bundan böyle hayali sınırlara daha fazla ihtiyacı kalmayacak.
Aileyi de bir anlamda devletin küçük bir prototipi olarak düşünürsek, aile içinde şiddet uygulayan koca da bir ‘diktatör’ olmayı seçen kişi oluyor aslında. Bu yeni dönem bunu da değiştirecektir o zaman. Aile içi şiddetin olanca gücüyle kamuoyunun bilincine “yükselmesi” aslında bu tür ilişkilerin de çözülmeye başlamasının bir başlangıcı olarak düşünülebilir mi?
Evet doğrudur. Dünyanın daha önceki dönemlerinde dişi enerji çok zor dönemler geçirdi ve bastırıldı. Şimdi dişil enerjinin de şifalanması sürecine girdik. Aslında nihai amaç, kadın ve erkek enerjilerini dengeye getirmek. Çünkü her iki cinsin de birbirinden çok farklı güzel yanları var. Zaten bir arada olmamızın amacı da bir yandan insan neslini devam ettirirken, bir yandan da bunları keşfetmek.
Son 50 yılda dünyanın her yerinde dış evrenle “medyumik” bağlantıya geçtiğini söyleyen birçok insan ortaya çıktı. Bununla ilgili yüzlerce yazılı metinden oluşan geniş bir külliyat var. Bu iletişimlerin ortak yanı, farklı galaksilerden varlıkların insanlarla iletişime geçerek onlara bu “geçiş süreciyle” ilgili bilgi vermeleri gibi görünüyor. Bu bağlantılar farklı galaksilerin dünyayı bu sürece hazırlamasını mı amaçlıyordu?
Hayır! Aslında bu daha çok, onların “insan formunu” ve buradaki yaşamı tanımak istemeleriyle alakalıydı. Çünkü daha önce söylediğimiz gibi “insan olma” ve “dünyada yaşama” deneyimi artık farklı ruh formlarına da açılacak ve bu onlar için çok önemli. Enkarne olacakları ve deneyimleyecekleri yaşam tarzı hakkında bilgi sahibi olmak ihtiyacı içindeler.
Peki insan formunu bu kadar ilginç ve önemli kılan nedir?
İnsan formu çok karışık bir form. Negatif ve pozitif gibi keskin hatlarla ayrılmıyor; karmaşık bir duygusal ağa sahip. Neyi neden seçtiğini bazen insan kendi bile anlayamıyor. Ayrıca çok hızlı değişkenliğe sahip insan ruhu. Bir anda kızgın ya da öfkeli olabiliyor, negatif ya da pozitif duygulara saniyeler içinde geçebiliyor. Dolayısıyla insan formunu deneyimlemek bir ruh için “çok zor” olsa da, çok zengin bir deneyimi beraberinde getiriyor. O yüzden dünyada insan formuyla tekamül etmek gibi zor bir görevi seçen ruhlara kainatta her zaman özel bir saygıyla bakıldı. Yine o yüzden dünya deneyimi başından itibaren ilgiyle izlendi ve takip edildi.
Son dönemde öne çıkan duyarlılıklardan biri de “Doğa!” Doğanın insanlar için sahip olduğu anlam çok hızlı gelişim gösteriyor. Şehirlerde yaşayan insanlar konu ister sokaktaki ağaçlar olsun, ister sahipsiz hayvanlar, giderek daha fazla duyarlılık sahibi olmaya başladılar. Doğayla başından beri var olan içsel bağlantımız, bu süreçte daha da mı güçlenecek?
Biraz geçmişe bakarsanız, insanın çok kısa zamandaki gelişimini görebilirsiniz. Sadece 200 yıl geriye gittiğinizde, insanların ulaşım için at arabalarını kullandığını görüyorsunuz. Bir de bugüne bakın. İnanılmaz bir hız ve gelişim yaşandı. Dolayısıyla bu sürecin içinde olanlar çok zorlandılar. Çünkü bu hıza adapte olmak zordu ve bu da modern toplumun sorunlarını doğurdu. Bu süreçte en büyük zararı doğa gördü.
Dünyanın kendi geçmişine bakarsanız, nefes almanın bile mümkün olmadığı dönemler atlattığını görürsünüz. Şu an şükürler olsun ki nefes alabiliyoruz; birlik bilinciyle birlikte aslında hazırlanan platform mükemmel. Doğaya saygı önümüzdeki süreçte daha çok artacak. Tüketim çağı anlayışı bir süre sonra tamamen değişecek. Fabrika ve üretim teknolojilerinin de tamamen dönüştüğü yeni bir gelecek çıkacak ortaya.
Zaten sınırların da ortadan kalkmış olması dünya vatandaşlığı bilinci oluşacak ve bu da beraberinde birlik bilincini getirecek. O zaman herkes herkesin iyiliğini isteyeceği gibi, doğayı korumak da ortak davranış biçimine dönüşecek. Kolektif bilinç başka bir şey getiremez zaten.
Peki insanların yaşam alanları ve yaşama biçimleri de değişecek mi?
Dünya kainata da açılan bir platform olacağı için çok çeşitlilik olacak. Farklı yapı ve gezegenlerden gelen yaşam formları ve onların kendilerine has alışkanlıkları, bilgileri yeni yaşam grupları oluşturabilir dünya üzerinde. Bunlar büyük şehirleri veya kırsal alanları kendi istek ve tekamül düzeylerine göre tercih edebilirler. Doğada ya da devasa gelişmiş şehirlerde yaşam, kim ne isterse hepsi mevcut dünyada. Yeni bilinçte kavranacak durum ise “Biz her nerede olursak olalım doğanın içindeyiz, onun parçasıyız” şeklinde olacak. Şehirde yaşasak da öyle. Nihayetinde dünyada yaşıyoruz. Bizler için önemli olan bunun idrakine varmak, insanoğlunun kurmacalarından, yaptırımlarından sıyrılıp doğal, evrensel ve ilahi sınırların gerçeğini görmek. Bunlar nedir? Denizler, karalar ve de dünya’nın kendi çapı. Ve gökyüzüne baktığımızda karşımızda duran hakikat, sonsuz uzam.
KAYNAK : gazetesiz.com