Medya > 28 Şubat’ta Çiller katledilecekti
24.02.2014
Tansu Çiller’in Basın Danışmanı Mehmet Bican’ın kaleme aldığı ”28 Şubat’ta Devrilmek” adlı kitabı tam da yaşanan bu sürecin deşifresi gibi…
Şubat ayını neredeyse geride bırakıyoruz. Geçmiş yakın siyasi tarihimizde “28 Şubat Süreci” olarak adlandırılan konumu dolayısıyla önemi hiç kaybolmayacak olan 28 Şubat, gündemin rüşvet ve yolsuzluk iddialarına kayması dolayısıyla içinde bulunduğumuz Şubat ayında ayrıntılı olarak tartışılamadı. Oysa 1997’den bu yana geçen sürede 28 Şubat’la ilgili öylesine önemli belgeler, bilgiler ortaya çıktı; öylesine olaylar yaşandı ki, bunların, 28 Şubat Süreci’nin 17’inci yılında mutlaka irdelenmesi gerekiyordu. Son 17 yılda akla gelen sorular, aydınlatılamayan karanlık noktalar, kafa karıştıran olaylar masaya yatırılıp, tartışılmalıydı. Bu yapılmadı…
Tansu Çiller’in Basın Danışmanı Mehmet Bican’ın kaleme aldığı “28 Şubat’ta Devrilmek” adlı kitabı tam da yaşanan bu sürecin deşifresi gibi…
17 yıl önce neler yaşandı? Mehmet Bican tüm bu gerçekleri ile Metin Soylu’ya anlattı…
Metin Soylu: Sayın Bican 28 Şubat Süreci’nin en yakın tanıklarından birisi olarak 17 yıl sonra bugün neler söylemek istersiniz?
Mehmet Bican: Şimdi bugün yapılan neydi? TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu kuruldu, çalıştı, Komisyon üyeleri 28 Şubat Süreci’ni yaşayanlarla konuştu; sonra raporunu hazırladı. O rapor, TBMM’nin tozlu raflarından birinde yerini aldı. “28 Şubat bir darbedir” saptaması yapan raporun bir kopyası da, 28 Şubat’taki komutanları yargılayan mahkemeye gönderildi.
Sonra ne oldu? Ankara’daki o mahkemede ömür boyu hapis cezası istemiyle yargılanan çoğu tutuklu 103 subay peyderpey cezaevinden çıktı, serbest kaldı. Mahkemeyi yakından izleyenlerin genel kanaati, başta dönemin Genelkurmay Başkanı Org. İsmail Hakkı Karadayı ve Genelkurmay 2. Başkanı Org. Çevik Bir olmak üzere tamamının beraat edeceği yolunda…
Darbeci denilen subaylar dışarıdaydı artık… Yani, 28 Şubat’ta darbe yaşanmamıştı…
Metin Soylu: 28 Şubat’ın bir darbe olmadığını söylüyorsunuz?
Mehmet Bican: Gerçekten bir askeri darbe olsaydı, hükûmet devrilecek, TBMM kapatılacak, Çankaya sahip değiştirecekti. Oysa Erbakan-Çiller ortaklığı 28 Şubat’tan sonra dört ay daha çalışmalarını sürdürmüş, sonra da Refah lideri Erbakan’ın istifası üzerine dağılmıştı. Demokrasiye son verilmemiş, özgürlükler rafa kaldırılmamıştı. Yani ortada darbe-marbe yoktu; sadece, MGK’nın Refahyol Hükûmeti’ne önerileri vardı. Zaten bu öneriler de, Hükûmet’te görüşülmüş, gereği için tüm bakanlıklara Başbakan Necmettin Erbakan’ın imzasıyla gönderilmişti. Demirel bile “28 Şubat’ta kimseye ve hiçbir kuruma dokunulmamış, hiçbir hükûmet görevden alınmamıştır. Millî Güvenlik Kurulu’nda, Hükûmet’te kim varsa hepsi bu karara imza atmışlardır. Hükûmet darbe kararına imza atar mı hiç?” görüşündeydi. Süleyman Demirel; “Darbeyi nizamiye kapısından döndürdük” dedi.
Metin Soylu: Tansu Çiller 28 Şubat’ın neresinde?
Mehmet Bican: 28 Şubat olayının yumuşak karnını Tansu Çiller oluşturuyordu. O katledilecekti! Onun katli olayıydı 28 Şubat’ta yaşananlar. Çünkü o Refah Partisi’yle ortaklık kurmuş, hükümet olmuştu. Bu başta askerler olmak üzere sivil kesimi, medyayı fena halde sinirlendirmişti. 1995 seçimleri öncesi verdiği sözü tutmamış, koltuk uğruna yolundan dönmüştü. Erbakan’la ortaklığının bedelini çok acı ödemeliydi! Yok edilmeli, eşi ve çocukları da cezalandırılmalı, malına-mülküne el konulmalıydı! Asker, medya patronları, gazete ve televizyonların köşelerini tutanlar, iş âleminin ünlü isimleri, sivil toplum örgütlerinin başındakiler, parlamentodaki partiler bir olup Çiller’i ortadan kaldırmalıydılar. Partisi darmadağın edilmeliydi! İşte Çiller’e de bu yapıldı…
Çankaya’nın zirvesinde oturan Demirel, sivillerin bu harekâtına öncülük edince, darbe yönetimini bizzat kendisi eline almış oldu. DYP’nin kendisine yakın milletvekillerini Köşk’e çağırıp, ‘şu gün, şöyle darbe olacak, verin istifanızı kurtulun!’ demeye başladı. DYP’yi parçalayarak, kafasındaki parlamento aritmetiğini oluşturmaya çalışıyor, seçimlerden üçüncü parti olarak çıkan ANAP’ı iktidara taşımayı amaçlıyordu. Siyaset sahnesinden birkaç kez darbe ile indirilen o dönemin cumhurbaşkanı Demirel, bu kez bizzat darbeciliğe soyunmuştu. Çare yok, bir zamanlar politikaya kendi eliyle taşıdığı Tansu kızını, gıkı bile çıkmadan yine kendi eliyle cellâtlara teslim edecekti! Sonuçta öyle oldu. Refahyol bizzat Demirel tarafından yok edildi, yerine Mesut Yılmaz’ın başkanlığındaki hükümet getirildi.
Metin Soylu: Mesut Yılmaz’ın hükümet döneminde ne olduğunu kısaca anlatır mısınız?
Mehmet Bican: 28 Şubat sürecinin devamında kurulan ve kısa bir süre sonra yıkılan Mesut Yılmaz Hükümeti, -28 Şubat darbeyse- darbe hükümetinin devamı bir koalisyondur. Neden mi? 28 Şubat sürecinde TSK içinde varlığı 2012’de dava konusu olan Batı Çalışma Grubu, Erbakan’dan sonra Mesut Yılmaz’ın Başbakanlığa getirilmesiyle ad ve mekân değiştirmiş, Yılmaz’ın başkanlığını yaptığı ANASOL-D Hükûmeti döneminde adı, ‘Başbakanlık Takip ve Koordinasyon Kurulu’ olmuştur.
Başbakan Mesut Yılmaz’ın imzasıyla 28 Kasım 1997 tarihinde bütün kamu kurum ve kuruluşlarıyla illerde valilikler ve ilçe kaymakamlarına gönderilen gizli bir genelgeyle irticaî faaliyet içerisinde bulunduğu görülen devlet memurları hakkında tedbir alınmasının istendiğini görüyoruz. Devlet kurumlarında görev yapan personelin yanı sıra dernekler, vakıflar, özel okullar, yurtlar, pansiyonlar, kurslar, dershaneler veya başka adlar altında faaliyet gösteren tüm kuruluşlar denetime alınarak, görev yapanlar fişlenmiştir. Yılmaz’ın genelgesi doğrultusunda, bu fişleme sonucunda devlet memurları haklarında soruşturma açılıyor, görevlerinden alınıyor veya başka yerlere atanıyor, emekliye sevk ediliyorlar…
Her Dönemde Paralel Devlet Var oldu
Metin Soylu: Sizin çalıştığınız dönemde de paralel yapılanma söz konusu muydu?
Mehmet Bican: Başbakanlık’taki bu Batı Çalışma Grubu (!), Yılmaz’dan sonra Ecevit’in Başbakanlığı döneminde de çalışmıştır. İşin asıl ilginç yanı, aynı çalışmayı AKP iktidarının da yapmış olmasıdır. Her ne kadar Başbakanlık Takip ve Koordinasyon Kurulu Erdoğan Hükümeti döneminde lağvedilmişse de, Paralel Devlet tartışmalarından anlaşılıyor ki, 2004’te bu yoldaki bir MGK kararına imza attığı belgeleriyle açıklanan AKP’nin bu yöntemi sonuna kadar desteklediği anlaşılmaktadır.
Ama asıl çelişki ve önem şu fotoğraftadır: 28 Şubat Süreci dediğimiz dönemi izleyen yıllarda görev başı yapan iktidarlar tarafından uygulanan bu yöntem dolayısıyla, Batı Çalışma Grubu içinde yer aldığı iddiasıyla birçok değerli muvazzaf ve emekli subayımızın tutuklanması, müebbet hapisle yargılanmaları…
Bu bence çok hazin bir olaydır. Askerlerin Batı Çalışma Grubu emirnâmelerinin tıpkısını, Mesut Yılmaz, Bülent Ecevit hatta Erdoğan’ın Başbakanlık Takip Kurulu çalışmalarına ilişkin genelgelerinde de görüyoruz. Askerleri yargılıyorsak, onların da hâkim karşısına çıkmaları gerekmez mi?
KAYNAK : sonsayfa.com