Röportaj > Abdulkadir Selvi’den olay açıklama
24.02.2014
Yenişafak Gazetesi’nin keskin kalemlerinden, her yazdığı, her söylediği olay olan Abdülkadir Selvi son günlerin en önemli gündem maddelerini İNTERNETHABER’e yorumladı.
MİT krizinde Cumhurbaşkanı’nın başından beri içinde olduğunu belirten Selvi, “Sayın Cumhurbaşkanı Hakan Fidan’ı Türk bürokrasisine kazandıran isimlerden birisidir.” dedi.
Geçen yıl ziyaret ettiği Fethullah Gülen’le fotoğrafları basına sızan Selvi hem oraya neden gittiğini hem de Gülen’le ne konuştuğunu ilk kez açıkladı.
Cemaatin maneviyatın derinliklerine inmek yerine devletin derinliklerine indiğini söyleyen yazar, “Bir cemaatin finali porno kasetler üzerinden olmamalıydı” dedi.
MİT krizinin içerisinde biz Cumhurbaşkanı’nın da olduğunu bilmiyorduk, iki gün önce öğrendik, neden şimdi öğrendik ve neden Hakan Fidan Cumhurbaşkanı’nı aradı?
CUMHURBAŞKANI HAKAN FİDAN’I TÜRK BÜROKRASİSİNE KAZANDIRAN İSİMDİR
“Cumhurbaşkanı aslında başından beri içindeydi ve biz onu biliyorduk aslında o daha sonraki süreçlere de yansımıştı. Hatırlarsanız MİT müsteşarı o günlerde hem Başbakan’la hem aynı gün içerisinde Cumhurbaşkanı ile görüştü ve Türkiye’de çok önemli bir bürokrat için aynı zamanda hem Cumhurbaşkanı hem Başbakan devreye girdi diye o günlerde yazmıştım. Ama orada bilgi olarak maddi bir hata yapılmış, çünkü Sayın Cumhurbaşkanı Hakan Fidan’ı Türk bürokrasisine kazandıran isimlerden birisidir. Aynen Ahmet Davutoğlu’nu kazandırdığı gibi. O nedenle, Sayın Cumhurbaşkanı’nın Hakan Fidan’la hukuku çok daha eskiye dayanır.”
HEM CUMHURBAŞKANI HEM DE BÜYÜĞÜ OLARAK ARADI
“İkincisi, MİT müsteşarı elbetteki Başbakan’a bağlı ama böylesine önemli bir süreçte, hem Başbakan’ı, hem Cumhurbaşkanı’nı arayarak bilgilendiriyor, aynı zamanda da onlardan direktif almak istiyor, bu da çok doğal. Hakan Fidan Sayın Başbakan’la da TİKA Başkanı olarak çalıştı, Abdullah Gül’le de çalıştı. Onu, hem bir Cumhurbaşkanı olarak hem de bir büyüğü olarak aramıştır ama Sayın Cumhurbaşkanı başından beri bu sürecin içerisindeydi çok kritik roller üstlendi ben de, 7 Şubat’tan sonraki günlerde “Hakan Fidan bu süreçten güçlenerek çıktı hem bir yasal düzenleme yapıldı hem de Türkiye’de bir bürokrat için Cumhurbaşkanı ve Başbakan aynı zamanda ağırlıklarını ortaya koydu” diye yazmıştım.”
Başbakan neden bu kadar önem veriyor Hakan Fidan’a, neden hep kanatlarının altında Hakan Fidan?
HAKAN FİDAN DEVLETİN KANATLARI ALTINDA
“Hakan Fidan aslında sadece Başbakan’ın değil, devletin kanatları altında. Sayın Cumhurbaşkanı da aynı şekilde özen gösteriyor. Çünkü Hakan Fidan’ın şahsında Türkiye’nin bu bölgede oynamak istediği role yönelik bir saldırı var. Yeni Türkiye’nin dışişlerindeki parametreleri çok çok farklı, Yeni Türkiye’nin gündeminde Ortadoğu da var, Avrupa Birliği de var, Afrika da var, dünyadaki olaylar da var. Diplomaside bu hedefleri koyduğunuzda sahada istihbaratın bunu tamamlaması gerekiyor, Yeni Türkiye’nin ekonomiye, özgürlükler konusuna bakış açısı farklı.”
HAKAN FİDAN’I YIKMAK İSTEYENLERİN ASIL HEDEFİ BAŞBAKAN
“Burada Hakan Fidan şu açıdan büyük bir anlam ifade ediyor; Hakan Fidan’ın temsil ettiği istihbarat yapılanması özellikle bölgemizde, Ortadoğu’da, sahada olan Türkiye’nin gücü. Buna yönelik olarak yapılan saldırı, Türkiye’nin istihbarat savaşlarının çok yoğun geçtiği, kanlı olduğu bu Ortadoğu coğrafyasında Hakan Fidan üzerinden yeni Türkiye’yi inşa edecek olan yapıya yönelik bir saldırı. Ama şunu da çok net görmek lazım; Hakan Fidan’ı yıkmak isteyenlerin asıl hedefi elbette ki Hakan Fidan değil, onun üzerinden Sayın Başbakan’a ulaşarak Başbakan’ı tasfiye etmek istiyorlar. Bu yüzden Hakan Fidan sadece Başbakan’ın değil devletin de kanatları altında.”
Krizin başlangıcı bu olay diyebilir miyiz o zaman?
MİT HER ZAMAN ASKERİN GÜDÜMÜNDE OLDU
“Değil. Bizde istihbarat çok önemlidir. Hatırlarsanız, Süleyman Demirel, “ihtilalleri MİT bana haber vermedi” demişti. 12 Mart muhtırası öncesinde MİT müsteşarı Fuat Doğu Süleyman Demirel’e ihtilali haber vermiyor ama arayıp istifasını istemiştir. MİT, ihtilali Başbakan’a haber vermiyor ama o dönemin İran Şahı, yine o dönemin Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil’i arayıp “sizde darbe olacak” diyor. Yani, İran’daki o günkü adıyla SAVAK, Tükiye’de ihtilal olacağını bilgisini alıyor ama MİT kendi bağlı olduğu Başbakanı’na bu bilgiyi vermiyor. Çünkü MİT her zaman askerin güdümünde oldu, uzun süre de askerden MİT müsteşarları atandı. 12 Eylül darbe planları, MİT’in uçağında, Kunta Kinte lakaplı MİT’teki bir görevli tarafından askeri birliklere ulaştırıldı ama aynı MİT bağlı olduğu Başbakan’a bilgi vermedi. Bu yüzden MİT rejim açısından da, demokrasinin güvenliğ açısından da çok önemli bir fonksiyon icra ediyor.”
AK PARTİ UZUN SÜRE MİT’TEN YARARLANAMADI
AK Parti iktidar olduğunda MİT’ten uzunca bir süre yararlanamadı, uzunca bir süre, polis istihbarattan aldığı bilgilerle tamamlamaya çalıştı. Ancak daha sonra Emre Taner’in müsteşarlığı dönemi ve ardından Hakan Fidan’la devam eden süreçte, MİT ve hükumet ilişkiler olması gereken noktaya geldi. Bu ilişki sağlandıktan sonra iktidar da MİT’in imkanlarını güçlendirmeye çalıştı.”
İLK KAVGA MİT YÜZÜNDEN
“İlk kavga şuradan çıktı; GES Komutanlığı askerden alındı ve MİT’e bağlandı, o sırada polis istihbarat GES’in kendilerine verilmesi için bir mücadele veriyordu ama siyasi irade MİT’i tercih etti. İstihbarat birimleri arasında bir koordinasyon kurulu oluşturuldu, Jandarma İstihbarat, Polis İstihbarat, MİT İstihbarat. Bunun Başkanlığı’na da Hakan Fidan getirildi. İkinci kavga da buradan başladı. Hükumetin istihbarat alanında MİT’le çalışacak olması kavganın bir nedeni oldu. İkincisi MİT o klasik şablonun dışına çıktı, özellikle bölge ülkelerinde, sahada artık bir oyuncu kurucu olarak istihbarat dünyasında yerini aldı. Ortadoğu, istihbarat örgütlerinin cirit attığı bir yer ve dünyanın en iddialı istihbarat örgütlerinin, İngiliz, İsrail, Amerikan istihbaratı, içerisine yeni bir istihbarat daha dahil oldu, hem de oyuncu kurucu olarak dahil olmuş oldu. MİT’in bölge istihbaratına yönelmesi de diğer istihbarat örgütlerini rahatsız etti, oradan MİT’e karşı Kontr Espiyonaj ”karşı casusluk” faaliyeti başladı. İşte çatışma oralardan başladı ve bugünlere geldi.”
MİT’in içerisinde de cemaaten biriler olabilir mi, yani ”paralel yapıdan”?
CEMAAT MANEVİYATIN DERİNLİKLERİNE İNMEK YERİNE DEVLETİN DERİNLİKLERİNE İNMİŞ
“Cemaatin çok stratejik hedeflere yönelik özel bir çalışma içerisinde olduğu bugün daha iyi anlaşılıyor. Bizdeki mevcut klasik yapılanmaları dışında bir yapılanma olduğu ortaya çıkıyor. Bizdeki klasik cemaat yapılanmaları, insanlara iman Kuran hizmeti verirler, İmam Hatip okulları gibi okullar açarlar, tefsirler yayınlarlar, maneviyatın derinliklerine girmeye çalışırlar. Paralel yapı ise, maneviyatın derinliklerine girmek yerine devletin derinliklerine girmeyi hedeflemiş.”
BİR CEMAATİN FİŞLEME, TAKİP, KASET SAVAŞI OLABİLİR Mİ?
Bir cemaatin istihbarat savaşı olur mu, bir cemaatin Özel Yetkili Mahkemeler savaşı olur mu, bir cemaatin savcılar savaşı, adliye savaşı, fişlemeler, takipler, kasetler savaşı olur mu. Demek ki bu cemaat bir strateji yapmış, polis istihbaratta hakimiyetini kurmuş orayı ele geçirmiş, yeterli olmamış MİT’i ele geçirmek istemişler. Benzer bir kavgayı, Kamu Güvenliği Müsteşarlığı için vermişlerdi, orayı da ele geçirmek istemişlerdi. Bu cemaatin istihbarat gibi çok stratejik, yargı gibi çok önemli vesayet kurumlarını ele geçirme stratejisi varmış. MİT’i ele geçirmek için de çok önemli bir savaş verdikleri 7 Şubat’tan bugüne yaşananlarla çok net şekilde ortaya çıkıyor. Kamu Güvenliği Müsteşarlığı’nı ele geçirmek için verdikleri mücadele çok ön plana çıkmadı, çünkü kuruluş aşamasında orada daha özenli hareket edildi.”
Çok tartışılan MİT yasaına neden ihtiyaç duyuldu, neredeyse “her şeyimiz” gözetlenecek, insanların özelinin bu kadar ortada olmasına gerek var mı gerçekten?
BAŞBAKAN OLMASAYDI HAKAN FİDAN’I KİMSE KURTARAMAZDI
“MİT Yasası’nı bir kaç açıdan irdelemekte fayda var. Bir, MİT’e çözüm süreci ile ilgili görev verilmiş ve ağzını her açan devlet yetkilisi, “Devletin istihbarat birimi bu tür şeyler yapar” diyor. O zaman bunların bir yasal güvenceye kavuşturulması lazım. Bunun ne anlama geldiğini biz Oslo sürecinde gördük. Eğer, tek başına iktidar olan AK Parti ve Recep Tayyip Erdoğan gibi güçlü bir Başbakan olmasaydı Oslo sürecinde yaşananlardan sonra Hakan Fidan’ı kimse kurtaramazdı. Bunun bir yasal güvenceye kavuşması gerekiyordu.”
MİT’E YURTDIŞI OPERASYON YETKİSİ VERİLMESİ GEREKİYOR
“İkincisi, çözüm süreci ve İmralı ile görüşmelerin bir sigortaya kavuşması gerekiyor. Bugün bu siyasi iktidar ya da konjonktür değiştiğinde bu görüşmeleri yapan insanlar faklı muamelelere tabii tutulabilirler, bu yüzden güvenceye kavuşması gerekiyor. Üçüncüsü, Bizim gazeteci arkadaşımız Bünyamin, biliyorsunuz Suriye’de kaçırıldı, MİT gitti bir operasyonla onu aldı getirdi. MİT’in yasal güvence olarak yurt dışına operasyon yapma yetkisinin verilmesi gerekiyor ve bizim MİT yasamız 27 Mayıs darbesi döneminde çıktı, ikinci kapsamlı yasal düzenleme 1983 yılında yani 12 Eylül döneminde yapıldı. Yani, hep darbe dönemlerinde MİT’in yasayı yapıldı ve darbe dönemlerinde MİT’e, askeri vesayetin istihbarat kurumu görevi verildi. Zaten Genelkurmay’daki MİT’in karşılığı da Korgeneral seviyesidir. MİT, MGK’ya karşı sorumlu, Başbakan’a bağlı ve hükumete karşı sorumlu hale getirilmesi gerekiyordu. MİT’in de istihbaratın da sivil hükumete bağlı olmasının bir anlamı olacaksa, şimdi yapılan düzenlemenin doğru olan taraflarından birisi de bu.”
GÜVENLİKLE ÖZGÜRLÜK DENGESİNİ KURMAK GEREKİR
“Tabi, bu yasada üzerinde tartışılması gereken bir nokta var. Güvenlikle özgürlük dengesini çok dikkatli kurulması lazım. AK Parti, şu anda biz tek başına iktidarız diye düşünebilir, Hakan Fidan demokrasiye bağlı, güvendiğimiz bir bürokrat diye düşünebilir ama kurumları yapılandırıken bu tür düşüncelerle hareket edilemez. Burada ben biraz problemli bir nokta olarak insanların kişisel verilerine bu kadar kolay bir şekilde ulaşılmasını özel hayatın gizliliği açısından ciddi bir problem olarak görüyorum. Bu konuda bir hukuki mekanizma bu yasl düzenlemenin içerisine yerleştirilebilir. Burada bir açık kapı görüyorum, yasal düzenleme yapılması ihtiyacı ortada duruyor.”
Başbakan’ın ofisinde 2 yıl önce böcek bulundu, böceği koyanlar yurt dışına kaçtı diyorlar. 2 yıl neden bulunamadı bu kişiler, neden şimdi “paralel devlet” işaret ediliyor?
CEMAAT BAŞBAKAN’I DİNLİYOR, BU ÇOK VAHİM
“Evet, bu soruyu sormak hepimizin hakkı. Ama Başbakan’ın da “Ben böyle düşünebilirim, hissedebilirim ama bundan kuşkulanmam yeterli değil, bunun soruşturma sürecinde kanıtlanması gerekiyor” deme hakkı var. Önemli olan şu, bu tartışmada bu özü kaybetmemek gerkiyor; bu ülkenin Başbakan’ı ofisine konulan böceklerle dinleniyor ve bunu yapan şimdi ortaya çıkıyor ki, bir cemaat Başbakan’ı dinlemeye çalışıyor. Bu çok vahim bir durum, bir cemaat neden Başbakan’ı dinliyor, kim adına dinliyor ve bu dinlemeler üzerinden neler yapıldı, bunların ortaya konulması lazım. Önceden, Ergenekon sürecinde de Ergenekoncuların Başbakan’ı yatak odasına kadar dinlediği ortaya çıkmıştı, bu özü kaçırmamak lazım bence bu çok önemli.”
CUMHURBAŞKANI’NI DA DİNLEDİLER
“İkincisi, bu dinlemelerin Başbakan’la sınırlı olmadığını da gördük. Sayın Cumhurbaşkanı ve Sayın Meclis Başkanı da bunu inkar etmedi. Demek ki, bir yapılanma var ve bu yapılanma polis istihbaratta çok etkili, bu yapılanma MİT’e hakim olmak istiyor, ÖYM’ye, yargıya, HSYK’ya hakim olma çabası var ve bu yapılanma bir taraftan da Başbakan’ı, Cumhurbaşkanı’nı, Bakanları, Meclis Başkan’nı dinletiyorsa ortada çok vahim bir durum var demektir.”
HIRSIZ EVİN İÇİNDEN OLUNCA KAPIYA KİLİT VURULMAZ
“Sayın Başbakan çok ön plana çıkmadı ama geçenlerde yurt dışı dönüşünde “Şimdiye kadar yeterince ilerleme sağlanamadı ancak teftiş kurulunda yaptığımız değişikliklerden sonra, bu konudaki tanıklar bilgi vermeye başladılar” dedi. Çünkü, burayı soruşturan iki teftiş kurulu var, birinci Başbakanlık Teftiş Kurulu, diğeri Emniyet Teftiş Kurulu. Oradaki görevliler, teftiş kurulundaki paralel yapılanmanın, kendilerine verecekleri bilgiler doğrultusunda neler yapabileceğini çok iyi görüyorlar. Bu yapılanma, elindeki gücü çok iyi kullanan, bürokrasiyi, iş dünyasını sindirdi, bu şimdi yeni yeni ortaya çıkıyor. Eski İstihbarat Daire Başkanı Sabri Uzun’un bir sözü vardır; “Hırsız evin içinden olunca kapıya kilit vurulmaz.” Şimdi evin içerisindeki hırsız çıkarılıp kapı kontrol edilmeye çalışılıyor. Bence asıl bundan sonra daha önemli bilgilere ulaşabileceğiz. Çünkü Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nda da bu konuda bir soruşturma yürütülüyor ve tanıklar dinleniyor. Bu olay, cemaatin hükumete yöneli olarak bir Watergate olayıdır. Bunun o dönem içerisinde bazı kritik bakanlıkları da dinlemeye çalıştıkları, bu böceğin içerisinde yeni bir böcek olarak çıkarsa kimse için şaşırtıcı olmasın.”
Neden bu kadar yavaş ilerledi peki, yurt dışına kaçmalarına imkan mı tanındı?
ÇOK CİDDİ KUŞKULARIM VAR
“Kesinlikle! Aynen öyle! Bu soruşturmadan benim çok ciddi kuşkularım var. Eğer bu olay üstü örtülmek üzere yapılmasa da gerçek kişilere ulaşmak için yapılsaydı eğr kaçtılarsa hem bu kişilerin kaçması önlenirdi hem de deliller yeniyken, insanlar buradayken başka dinlemelere de ulaşabilirlerdi.”
Soruşturmayı yapanlar da mı “paralel yapı”dandı?
BİLAKİS ÜSTÜ ÖRTÜLÜYOR
“Onu bilemiyorum. Ama bu soruşturmanın bu konuyu aydınlatmak için yapılmadığı (teftiş kurulundaki soruşturmalar) bilakis üstünü örtmek için yapıldığı ortaya çıkıyor. Örneğin ÖSYM’de soruların çalındığı iddiaları ortaya çıktı, orada da görüyoruz ki aydınlatılmadı ve üstü kapatıldı.”
Cumhurbaşkanı’nın dinlenmesi ve Başbakan’ın dinlenmesi aynı zamanlarda mı? Cumhurbaşkanı’nı kim, ne zaman dinledi?
BELKİ SAYIN CUMHURBAŞKANI AÇIKLAYABİLİR
“Onu bilemiyorum. Bu ancak soruşturma biraz daha ilerledikten sonra ortaya çıkabilir, belki Sayın Cumhurbaşkanı bu konuda elindeki bilgileri açıkaldıkça ortaya çıkabilir.”
Kavga kızıştıkça ortaya daha çok ses kaydı, kasetler çıkacağı söyleniyor, bekleniyor mu?
BU SAVAŞ ÇOK KİRLİ BİR SAVAŞ, KİRLİ ARŞİVLERİN OLDUĞU BELLİ
“Paralel yapılanmanın dershanelerle ilgili ve MGK belgesini yayınladıkları dönem kendileri açısından bir savaşın düğmesine bastıkları belli oluyor. Bu savaş çok kirli bir savaş. Paralel yapı, bu savaşı istihbaratı ve mahkemeleri kullanarak yapmayı planlamış, buradaki hedefin de hükumeti düşürmek olduğu çok net şekilde belli oldu. Onların arşivlerinde saklananların neler olduğunu bilmiyoruz, bu yapılanma uzun bir süre Baykal kasetinde, MHP’lilerin kasetlerinde ve bu süreç içerisinde bazı siyasilerin kasetlerinde ortaya sürüldüğü gibi kirli bir arşivi olduğu belli. Önemli olan, insanlar onların elinde ne olduğundan ziyade bunun siyasi bir hedefe yönelik bir operasyon olduğunu gördüler.”
BUNCA YILLIK CEMAATİN FİNALİ PORNO KASETLER ÜZERİNDEN OLMAMALIYDI
“Bizim insanımız sağduyuludur, bunu farkettikten sonra ne çıkarırsa çıkarsınlar onlara prim vermez. Bence, 40 yıllık eğitim hizmeti yapan, iman Kuran hizmeti yaptığını söyleyen iddialı bir cemaat in finali böyle olmamalıydı. Bu cemaatin finali, istihbarat savaşları üzerinden, porno kasetler üzerinden, fişlemeler, savcılar üzerinden olmamalıydı. Ben işin bu tarafını önemsiyorum. Asıl büyük bomba bence, bir cemaatin çok dramatik bir şekilde kendisini tasfiye etmesine tanıklık etmektir. Ben tabandaki samimi insanların tasfiye olacağını düşünmüyorum.”
Başbakan “çok safmışız” dedi. Saflıkla geçiştirelebilir mi bu durum, aynı Başbakan daha önce ne istedilerse verdik” de demişti. Neden şimdi bir özeleştiri yapmıyor, “ben izin verdim tüm bunlara” demiyor?
ASIL ÖZELEŞTİRİ YAPMASI GEREKENLER DİNİ CEMAATLER
“Aslında bunları söylemek bir özeleştiri. Herkesin burada bir özeleştiri yapması gerekir ama Türkiye’de asıl özeleştiri yapması gerekenler de dini cemaatler. Dini cemaatler insanların kalbine, maneviyatının derinliklerine mi talip olacaklar yoksa devletin derinliklerine mi, bu konuda netleşmeleri lazım. Şunu görüyoruz ki, cemaatlerin de bir tarihi var, bizde cemaatler asli işlevleri olan, ahlaklı imanlı insan yetiştirmek, görevlerini bırakıp da siyasete, devlete talip oluyorlar, işte o zaman kaybediyorlar. Şöyle bir geçmişe bakın, Nakşibendilerin, Nurcuların, Süleymancıların, Kadirilerin geçmişinde hep bu vardır, cemaatler siyasetle ve devletle ilişkilerini yeniden tartışıp dizayn etmedikleri sürece kaybolacaklar, zarar görecekler.”
TEKKE VE ZAVİYELER KANUNU ÇIKARILMALI
“Artık bir tekke ve zaviyeler kanununun çıkarılıp, cemaatlerin daha çok şeffaflaşması ve önlerinin açılması lazım. Hem yönetim kademeleri olarak hem para ilişkileri olarak, hem karar mekanizmaları olarak Türkiye’deki islami cemaatlerden Alevi-Bektaşi derneklerine gayrimüslim cemaatlerine kadar yasal kısıtlama nedeniyle başka bir dünya var, başka hareketleri var, başka karar alma mekanizmaları var. Bunların da artık şeffaflaşması gerkiyor, yoksa artık bu sürdürülebilir bir durum değil.”
“Peki, AK Parti nasıl temizleyecek “paralel yapıyı” ya da temizleyebilir mi?
CEMAATLERİ İKTİDAR GÜCÜYLE YOK ETMEK MÜMKÜN DEĞİL
“Cemaatleri iktidar gücüyle yok etmek mümkün değil. Çünkü bunlar inanca, intisaba, gönül bağına dayalı olan şeyler. Bu cemaatler buharlaşıp gidecek değil tam tersine bu cemaatlerin züerine gidildikçe daha çok bağlılıklar artar, dışa karşı kendisini savunma psikolojisyle daha da radikalleşir. Burada yapılacak olan şu; bir, devlet içerisinde vesayet kurumları olmaz. Bunlar için yapacağınız düzenlemeler de sadece bir cemaate karşı yapılacak yasal düzenlemelerle de olmaz. Bunu mümkün olduğu sürece şeffaf ve özgürlük temeline dayalı hale getirmek gerekiyor. Bu ülkede devletin bürokrasisinde her inanç siteminden her siyasi düşüncedeki insanların temsil edilmesi lazım ki buna çoklu sistem diyoruz. Eğer çoklu sistem bırakılır da tekli sisteme geçilirse orada vesayet kurumu ortaya çıkar. Bir vesayet kurumu tasfiye edilirken yeni vesayet kurumlarının ihdas edilmemesi gerekiyor, bunun dışında yapılacak birilerinin operasyonel şekilde tasfiye edilmesi bir vesayet kurumunu ortadan kaldırsa bile yenileri ortaya çıkar”
KİMSE BİR YAPIYI HEDEF ALAN MÜCADELE DOĞRU OLMAZ
“Kimse AK Parti’nin Milli Güvenli Kurulu’ndan cemaatle ilgili “devlet için tehdittir” kararı çıkarıp, bir devlet olarak buna karşı mücadeleye geçilmesi gibi bir durum açığa çıkarmasını beklemesin. Bu doğru bir şey de değil. 28 Şubat sürecinde Nuh Mete Yüksel’in yüklendiği işleri kendisini özgürlüklere adayan bir iktidarın yapmaması gerekir, zaten böyle bir tercihi de yoktur. Ama devletin içerisinde bazı birimlerde örgütlü yapılar oluştuysa bu örgütlü yapılarla yine hukuk içerisinde kalmak suretiyle mücadele edilmesi gerekiyor. Örneğin, Adana’da bir savcı jandarmayla işbirliği yaparak, devletin diğer birimlerini tasfiye edip devre dışı bırakıp bir operasyon yaptıysa ve orada bunun sivil bağlantılarının da olduğu bir örgüt ortaya çıktıysa, o örgüte yönelik, o suça yönelik mücadele olması lazım. Eğer yüksek yargıda bazı dosyalar yargı imamına gidiyor ve ondan onay alınıyorsa, o hangi dosyaysa, hangi olaysa bire bir vakaların üzerine gidilip onların ortaya çıkarılması lazım. Yoksa, toptan, genellemesi bir yapıyı hedef alan bir mücadele doğru olmaz.”
Peki, biz yolsuzluğu hiç konuşmayalım mı? “Bir Bakan oğlunun evinin yatak odasında içi boş bile olsa 6 tane kasanın ne işi var” diye sormayalım mı, iktidar bunu mu istiyor?
BU İŞLERE BULAŞAN KİŞİLER HESAP VERMEDİĞİ SÜRECE ARINMA SAĞLANMAZ
“Biz bunları konuşalım, hatta fazlasıyla konuşalım ama şunu da konuşalım; Yasalarda dinleme ve takiple ilgili tesadüfi dinleme denilen bir yasal düzenleme var. Tesadüfi dinlemelerde eğer bir suç oluşacağı dinleme sırasında tespit edilirse hemen önleminin alınması gerekir. Bu dinleme sırasında oraya takılan birisi rüşvet olayı yapacak, hemen ona yönelik önlemin alınması gerekiyor. Benim burada eleştirdiğim nokta şu; Eğer siz bir bakan oğlunun da içinde olduğu bir rüşvet ilişkisini tespit ettiyseniz ve bu ilişkiyi belgelediyseniz, o gün bunun üzerine gitmeniz gerekiyordu. Bunu yapmayarak siz suç işlediniz. Bunu tespit ettğiniz anda kim olursa olsun hemen git yakala ben de seinin elini öpeyim. Sen bunları biriktir sonra gel bana yönelik bir algı operasyonu yap. Ama şunu da görmek gerekiyor, bu tür imtiyazlı kişiler bu işlere bulaştılarsa bunlar hesap vermediği sürece biz bir arınmayı, yolsuzluklarla yüzleşmeyi sağlayamayız.”
Siz bir yazınızda “Gülen hareketi AK Parti hükümetini düşürme, Erdoğan’ı devirme ihalesini neye karşılık olarak aldı?” diye sormuştunuz, buldunuz mu cevabını?
FETHULLAH GÜLEN BU YAZI YÜZÜNDEN BANA 50 BİN LİRALIK DAVA AÇTI
“Bu yazıdan dolayı Fethullah Gülen Hoca bana 50 bin liralık tazminat davası açtı, yargıda hesaplaşacağız. Türkiye’nin dış politikada bir takım girdiği mücadeleler, kuyruğuna bastığı ülkeler var, bunlardan dolayı mı siz bu ihaleyi aldınız diye de sordum. Çünkü Erdoğan’ı devirdiğiniz zaman Çankaya hesabını görmüş olacaksınız, Erdoğan’sız AK Parti hesabını görmüş olacaksınız, Eroğansız 2015 sonrası Türkiye hesabını görmüş olacaksınız, Erdoğan’ı devirdiğiniz zaman Ortadoğu’da düzen kurucu olmaya çalışan Türkiye’nin hesabını görmüş olacaksınız. Ben o yazıda, “hangi parametrelerle siz bu ihaleyi üstlendiniz” diye sordum. Çünkü bu, Türkiye’nin kendi iç dinamikleriyle izah edilecek bir şey değil. Yani, siz 12 yıldır AK Parti ile çok iyisiniz ama son 3 ayda öyle bir savaş açıyorsunuz ki bu akıl alır bir şey değil. Bunun izah edilmesi gerekiyor, ben bu soruyu sordum buna cevap vermek yerine yargıya vermeyi tercih ettiler. Çok da iyi oldu, belki yargılamalar sırasında bu sorunun da cevabını almış oluruz.”
Kabataş olayında beyan esastır diyorsunuz, ortaya görüntüler çıkıyor, Başbakan her konuşmasında “benim başörtülü bacıma saldırdılar” diyor. Bu ülkede bir çocuk sokak ortasında dövülerek öldürüldü, görünütleri de var. Başbakan bir kere bile “benim evladıma saldırdılar” demedi. Neden söylemiyor bunu?
ALİ İSMAİL KORKMAZ OLAYINDA DOĞRU BİR SINAV VERİLMEDİ
“Ali İsmail Korkmaz ve Gezi sürecinde katledilen Alevi gençlerle ilgili olarak doğru bir sınav verilmedi. Kartal’da Alevilerin evine çarpı işareti konuldu ve sonra bunun Alevileri provoke etmek isteyen bir örgüt işi olduğu ortaya çıktı. Adıyaman’da aynı şeyler yapıldı, ben o zaman da yüksek sesle ” Bakın, birileri aynen 80 öncesinde Sivas’ta, Çorum’da, Maraş’ta olduğu gibi Alevi kitleyi tahrik etmeye çalışıyor” söyledim, çok dikakte alınmadı, bunu dikkate alınması gerekiyordu. İnsaların maruz kaldığı zulümler konusunda başörtülü ya da açık diye bi ayrım yapılamaz. Ali İsmail Korkmaz ya da Zehra Develioğlu hiç farketmez.”
BEN BİR ANNEYİ SAVUNDUM
“Kabataş olayı ile ilgili olarak ise, ben hayatımın en doğru yazılarından birini yazdığımı inanıyorum. O gün orada Zehra Develioğlu değil de başka bir kadın olabilirdi, bu konuda ben bir anneyi, bir kadını ve mağdur olduğunu söyleyen başörtülü bir kadını savundum. Ortada sadece beyan değil adli tıp raporu da var. Biz, bu görüntüler üzerinden geçmişte çok algı operasyonlarına mağdur kaldık. Geçenlerde çok değerli gazeteci Alican Değer’in bir röportajı vardı, Orada şöyle diyordu: “28 Şubat sürecinde Müslüm Gündüz’le Fadime Şahin’i yarı çıplak görüntülerini alabilmek için o operasyon geciktirildi.” Yine 28 Şubat sürecinde Uğur Dündar’ın programında Şerafettin Yardımedici’nin gizli kamera görüntüleri yayınlanmıştı. Tacizle suçlanmıştı, iki gün sonra seccadesini başına koyarak kafasına kurşun sıktı ve intihar etti, daha sonra bunların doğru olmadığı ortaya çıktı.”
BAŞKA GÖRÜNTÜLERİN ÇIKMAYACAĞINI KİM GARANTİE DEBİLİR?
“Ben meslek yaşamımda şunu öğrendim; eğer birileri size bazı tapeleri ve bazı görüntüleri ısrarla sunuyorsa algı operasyonudur. Olayın savcısı Kabataş olayı için “asıl olay görüntülerden sonra başlıyor” diyor. Tek bir görüntü üzerinden bir kadının beyanını, adli tıp raporlarını yok saymak, onu bir kişilik katliamına maruz bırakmak çok yanlış. Biz bunu geçmişte çok yaşadık, çok dilimiz yandı. Bunun için bu konularda dikkatli olmak gerekiyor. Yarın başka görüntülerin çıkmayacağını kim garanti edebilir?
Başbakan “görüntüleri cuma günü açıklayacağız” demişti zaten, varsa neden açıklanmıyor?
GÖRÜNTÜLER VARSA BENCE DE ORTAYA ÇIKSIN
“Bence de varsa çıkması lazım. Yol boyunca MOBESE kameralarının tahrip edilmiş olması da çok manidar. Bu devletin filin kulağından adam bulup çıkaran istihbarat birimleri niye bunları ortaya çıkarmıyor. Neden bazı polisler görevden alındıktan sonra bu görüntüler servis ediliyor? Bu soruştırma yine hak ettiği şekilde yürütülmemeiş bir soruşturma. Ben, devlet içerisindeki paralelci yapı tasfiye edildikten sonra, başka belgelere, başka tanıklara ve başka görüntülere de ulaşılacağını düşünüyorum.”
Başbakan’ın konuşmaları da ortaya çıkınca “medya baskı altında” söylemleri ayyuka çıktı. Fatih Altaylı yaşadığı baskıyı anlattı, Cüneyt Özdemir “tehdit edildim” dedi. Sizce de medya baskı altında mı?
MEDYANIN CEMAAT BASKISI ALTINDA OLDUĞUNU GÖRÜYORUM
“Evet medyanın bir cemaat baskısı altında olduğunu, iktidarla ilişkilerinde de problemli olduğunu görüyorum. Bu konularda ilkeli ve dürüst olmak gerekiyor. Ve ben tehdit edildiğini söyleyen Cüneyt Özdemir ve Adem Yavuz Aslan’a da, CNN Türk ekranlarından bir çağrı yaptım, sizin aracılığınızla da çağrımı yinelemek istiyorum. Adem Yavuz Aslan’a tehdit için kurşun gönderildiğinde gazetesinden çok onu Yenişafak olarak biz savunduk. Eğer bu arkadaşlar tehdit edenlerin isimlerini verirlerse aynı duruşu sergileriz.”
DELİKANLI İNSAN BUNU GÖREVDEYKEN YAPAR
Ben geçen hafta Gölbaşı Cumhuriyet Başsavcılığı’na giderek, twitter üzerinden benimle ilgili tehdit mesajları gönderenlerle ilgili suç duyurusunda bulundum, bu arkadaşlarımızın da bunu yapması gerekiyor. Yeni ve eski Genel Yayın yönetmenlerinde bir furya başladı, göreve gelirken ya da görevdeyken her türlü sansürü yapıyorlar, basınla uymayan her türlü ilişkilerin içerisine giriyorlar, anket sonuçlarıyla kendilerince oynamaya kalkışıyorlar. Siz Hasan Cemal’i susturun daha sonra çıkın “Bu konuda baskılar oldu” deyin.” Delikanlı insan bunu görevdeyken yapar.”
HOCA EFENDİ ALEYHİNDE YAZMAMA PAZARLIĞI İLE GELEN YAYIN YÖNETMENLERİ
“Bu konuda ilişkiler sağlıklı mı derseniz buna evet diyemem. Mesela bu dinlemelerde ortaya çıktı; Turgay Ciner “hiçbir yazar benim gazetemde Hoca Efendi aleyhinde yazamaz” dedi. Bu hiç tartışılmadı. Pensilvanya’ya gidip Hoca Efendi ile görüşen bazı Genel Yayın Yönetmenlerinin Hoca Efendi aleyhinde yazmamak kaydı ile, pazarlıkla, bu tür görevlere geldiğini biliyoruz, keşke bunları da çıkıp söyleseler. Ama medyanın hem cemaat hem de hükumetle ilişkileri açısından çok sağlıklı olduğunu söylemek mümkün değil.”
Ortaya çıkan ses kayıtlarında Başbakan’ın medyayı dizayn ettiğini görüyoruz. Bu konuda da eleştirmeyelim mi Başbakan’ı?
HERKES ELEŞTİRİLEBİLİR
“Herkes eleştirilir.Özellikle seçilmiş olanların daha çok eleştirilmesi gerekiyor. Tabi bizde şimdiye kadar meclis, seçilmişler kıyasıya eleştirilir, yerden yere vurulur da askere, iş dünyasına sadece saygılar sunulur, onlar eleştirilemez. Burada da ben işin aslında etik ve ilke boyutuyla ilgiliyim. Bir yapılanma başını ve sonunu bilmediğimiz bir konuşmayı özellikle servis ediyorsa bir algı oluşturmak istiyor demektir. Bu dinlemeler yasal mı değil mi, Fethullah Hoca’nın da konuşmaları çıkıyor, yasal olmayan bir dinleme üzerinden dinleme yapmak doğru değil. Burada da Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’na göre bu dinleme, suçluyla ilgili bir konuşmaysa bu yapılır ama o sırada ağa takılan başka konuşmalar varsa yasa gereği bu konuşmaların Cumhuriyet Savcıları denetiminde imha edilmesi gerkir. Bu imha edilmesi gereken konuşmaları algı operasyonunda kullanmak üzere servis edilen savcıların mutlaka yargılanması gerkiyor, bunun tespit edilmesi gerekiyor.”
MEDYA GAZETECİLİK YAPSIN İKTİDARLAR DA ÜLKEYİ YÖNETSİN
“İkincisi, medya sahiplerinin devlet ihalelerine girme konusunun düzenlenmesi lazım. Yasayla da mutlaka düzenlenmesi lazım ama her şey de yasa ve Anayasa ile olmaz. Diğer taraftan da etik kuralı olarak siyasilerin basınla olan basının da siyasilerle olan ilişkilerine bir çekidüzen vermesi lazım. Medya ülkeye hükumetler ve Başbakanlar çıkarmak, hükumetleri düşürmek gibi bir çaba içerisine girmesin gazetecilik yapsın, iktidarlar da ülkeyi yönetsin.”
Sizin Fethullah Gülen’le çekilmiş bir fotografınız geçtiğimiz hafta gündemdeydi? Siz CNN Türk ekranlarında bu konuya açıklık getirdiniz ama, neden gittiniz oraya ve ne konuştunuz Fethullah Gülen’le?
BEN HİÇBİR ZAMAN İLKESİZ VE ONURSUZ BİR ADAM OLMADIM
“Evet o fotoğrafı yayınladılar ve o fotograf üzerine ”o zaman güç cemaatteydi oraya gittin, şimdi güç hükumette, oradasın” diye yorum yaptılar. Ben hiçbir zaman ilkesiz ve onursuz bir adam olmadım. Yaptığım her şeyin de bedelini ödedim, Ben daha çok genç bir muhabirken yaptığım bir haber yüzünden DGM’de yargılandım. Zaten ben güçlere göre hareket etseydim Ankara’nın en uzun süre muhabirlik yapan idarecisi olmazdım. Ben 4 yıl Yenişafak’ta temsilci vekilliği yaptım, bir gün bile temsilcinin koltuğuna gidip oturmadım, temsilcinin makam odasını bile kullanmadım, makam merakım yoktur.”
HOCA EFENDİYİ ZİYARET ETMENİN SUÇ OLDUĞUNU ÖĞRENMİŞ OLDUM
O fotografın başka karelerine bakarlarsa orada 5 tane Ankara temsilcisi olduğunu görürler. Ben o arkadaşlarımdan izin almadığım için orada onlarla ilgili bir beyanda bulunmadım. Beni oraya, Zaman Gazetesi Ankara Temsilcisi Mustafa Ünal davet etti, “Ekrem Dumanlı özellikle senin de olmanı istiyor” dedi. Washington’da Amerika’lı İşadamlarının Türkiye ile ilgili bir paneli vardı, onu takip ettik, ardından “Hoca Efendi’yi ziyaret etmek ister misiniz” diye bizi davet ettiler. Biz ev sahibinin davetine uyarak oraya gittik. Deme ki cemaat oraya götürdükleri insanları aynı zaman da fotoğraflayarak cürmü meşhut gibi yayınlıyorlar. Ben, iman ve Kuran işleriyle uğraşan bir hoca efendiyi ziyaret etmenin suç olduğunu cemaat bu fotografımı yayınlayınca öğrendim.”
BEN DAVET EDİLMEDEN ÖNCE CEMAATİ ELEŞTİRİYORDUM
“Biz oraya geçen yıl gittik. Yani 7 Şubat olayından sonra. 7 Şubat olayında ben cemaat karşısında çok keskin ve çok net bir tavır sergiledim, ciddi eleştiriler yaptım, bu eleştirileri de kendilerine söyledim. “Bir cemaat istihbarat savaşına girmez, bir cemaat iktidara talip olmaz, bunlar olursa siz hizmetinizi ve cemaatinizi ateşin ortasına atmış olursunuz, cemaatler tarihinde bu tür savaşlara girip de kazanan yoktur” dedim. Bunları söyledikten sonra ben oraya davet edildim. Cemaatin başka davetleri de olmuştu onlara katılamamıştım. Bir cemaat, kendi lideri olan Hoca Efendi ile çekilmiş bir fotoğrafı bir suç delili gibi sunmak suretiyle aslında bence Hoca Efendi’ye çok büyük zarar verdi. Şimdi, onu ziyarete gidenlerin aklında “fotoğrafımız çekilip hangi gün aleyhimizde kullanılacak” sorusu olacak. Ben yaptığımdan hiç yüksünmüyorum.”
HOCA EFENDİYE DEDİM Kİ…
“Sizin aracılığınızla burada ilk kez açıklıyorum; Ben orada Hoca Efendi’ye “Efendim, Türkiye’de bir çözüm süreci başladı, özellikle dindarların ve cemaatin bu konuda kafası karışıktı, ilk başta karşı çıkanlar oldu, ancak siz ne zaman ki sulhta hayır var dedniz bu kafa karışıklığı giderildi, bu konuda çok önemli bir hizmet oldu, Allah razı olsun sizden” dedim. O da çözüm süreci ile ilgili düşüncelerini söyledi, kendisine kitaplarımı hediye ettim, ve kitaplarıma tek tek baktı, “Ben sizi takip ediyorum” dedi. Orada konuşulan budur. Diğer temsilci arkadaşlarımızın da soruları oldu, güzel bir sohbet gerçekleşti. Bize hediye ettikleri torbanın içerisinde de Nazlı Ilıcak’ın söylediği gibi ananas yoktu, bir tesbih vardı, o da duruyor hala bende.”
Bu kavga sebebiyle cemaatten olan gazeteci arkadaşlarınızla aranız açıldı mı, bu olaylar etkiledi mi dostluğunuzu?
BU OLAYLAR GAZETECİ ARKADAŞLARIMIZLA İLİŞKİMİZİ ETKİLEDİ
“Elbetteki etkiledi. Ama ben onların şahsına, ailelerine, kişiliklerine yönelik hiçbir söz etmem. Hatta, Mustafa Ünal’la Ülke TV’de birlikte yaptığımız programdan onun zor durumda kalmaması için ayrıldım, program da daha sonra yayından kaldırıldı. Devam etseydi incitici olabilirdi. Zaten tüm bu olanlar bu ilişkileri etkilemezse tüm yazdıkalrımız bir tiyatrodan ibaret olur. Ben yazdıklarımla her zaman yüreğimi ve inançlarımı ortaya koyan bir insanım, inanarak bunları yazdıktan sonra hiçbir şey yokmuş gibi hareket edersem kendi kişiliğime tutarsız davranmış olurum.”
KAYNAK : sonsayfa.com