Son güncellenme :04.05.2024 08:29

Eğitim > Cemaat okulları olmasaydı …

29.01.2014

Demokratik toplumlarda dinsel, laik vb. gruplar birer sivil toplum kuruluşu olarak iktidar üzerinde baskı gruplarına dönüşebilirler.

Haber: Prof. Dr. Niyazi Öktem – Doğuş Üniversitesi Hukuk Fakültesi / Arşivi

Her şeyden önce belirtelim ki inanç ve din boyutu, çok güçlü bir sosyal olgudur. Ve de her sosyal olgu gibi kitleleri etkiler, örgütlenir, kurumsallaşır ve siyasallaşır. Çağlar boyunca hep böyle olmuştur. Tüm irrasyonaliteler gibi dinsel, inanca ilişkin yapılanmalar, sosyolojik olarak insansal varoluşun sonuna kadar etki ve gücünü sürdürmeye devam edecektir. Ama ne yazık ki kendini çağdaş zanneden, sosyal bilimlerden nasibini alamayan Türk aydını(?!) jakoben ve pozitivist bir yobazlıkla tarih ve sosyolojinin mantığına giremez, slogan seviyesinde kalır, başörtüsü gibi yüzeysel konularla uğraşır ve Türkiye kaosa sürüklenir.

Dinler de kültürel geleneklere, coğrafi faktörlere göre farklı yorumlar, farklı inanç yolları (tarik, tarikat), farklı yaklaşımlarla ortaya çıkarlar. Farklı yaklaşımlar, öze sadık kalsalar bile farklı dinsel yapılanmaları, mezhepleri, tarikatları, cemaatleri ve farklı düzenleri (ordre, denomination) karşımıza getirmektedirler. Otoriter devletlerde, dinsel güçler devletin güdümünde olup, genelde hukuksal düzene meşruiyet kazandırma çabası içerisine girerler.

Demokratik toplumlarda bu tür yapılanmalar, birer sivil toplum kuruluşu olarak baskı grubu haline dönüşürler ve siyasal iktidarları yönlendirmeye çalışırlar. Seçimlerde kendilerine yakın adayları desteklerler, yargıya nüfuz etmeye çalışırlar; okullar, üniversiteler, hastaneler açarlar. Örneğin, İspanya’da Opus Dei’nin Navarra Eyaleti’nin başkenti olan Pamplona kentinde çok büyük bir üniversitesi vardır ve bu üniversitenin tıp fakültesi büyük buluşlara imza atmıştır. Opus Dei Güney Amerika ülkelerinde de çok güçlüdür; orada da okulları, üniversiteleri mevcuttur. Vatikan’ın mali işlerini yönetenlerin ağırlıklı olarak Opus Dei mensubu olduğu bilinir. İspanyol hükümetlerinde her zaman için en az 1-2 Opus Dei’li bakan bulunur. (Bu konu için bknz. ÖKTEM, Niyazi: ‘Opus Dei, Katolik Kilise İçindeki Konumu ve Gücü’, Türkiye Günlüğü, sayı 96, yıl 2009).

İtalya’da Focolore, Sant’Egidio, Jacques Maritain Enstitüsü ve daha birçok Katolik kuruluş, birer baskı grubu, sivil toplum örgütlenmesi olarak sosyal ve siyasal etkileşim içindedirler. Okullar açarlar, kendilerine yakın insanları parlamentoya, kabineye sokarlar (Bu konuda bknz. ÖKTEM, Niyazi: Sant’Egidio ve Gülen Hareketi, Star Gazetesi-Açık Görüş, 4 Ekim 2009). Keza, Fransız kökenli Katolik Saint Michel, Saint Benoit, Notre Dame de Sion gibi Cizvit, Fransisken, vs. okullarını dünya -âlem bilmektedir ve bunlar Türkiye’de de faaliyet göstermektedirler. Cizvitlerin okul-üniversite ağı en yaygın ve en etkin olanıdır.

Almanya’da Konrad Adanauer Vakfı bir Katolik sivil toplum kuruluştur, çok önemli bir baskı grubudur, Alman Hıristiyan Demokrat Partilerinin politikalarını doğrudan etkilemektedir.

ABD bir ‘tarikat cennetidir’; ağırlıklı olarak Protestan baskı grupları seçimlerden eğitime, yargıya kadar tüm sosyo-politik süreci etkiler. Adventist Church, tıp eğitiminde güçlüdür, hastaneler ağı mevcuttur. Başkanlık seçimlerinde Metodist Kilise George W. Bush’u desteklemiştir. 20 milyon nüfuslu Utah Eyaleti Mormonlar tarafından yönetilir. Bu eyalette, eğer Mormon değilseniz yargı mekanizmasının içine zor girersiniz. (Bu konuda ayrıntılı bilgi için için bknz. ÖKTEM, Niyazi: ‘ABD’de Din Olgusu’, Türkiye Günlüğü, sayı 66, yıl 2001-2003). Eğitimde de Mormonlar bir hayli güçlüdür. Son başkanlık seçiminde Cumhuriyetçi Mormon aday eğer Obama’yı devirseydi, ABD ne hale gelirdi? Bilemeyiz.

LAİK BASKI GRUPLARI

Demokratik rejimlerde, dinsel baskı grupları karşısında laik baskı grupları da mevcuttur. Bu tür sivil toplum kuruluşları, kendi ilkeleri doğrultusunda faaliyetlerde bulunurlar, okullar-üniversiteler kurarlar. Örneğin, evrensel konumdaki Masonluk böyle bir baskı grubudur, okulları, üniversiteleri vardır, sosyo-politik yaşamı etkilemektedir. Ülkemizde de Masonların kurduğu okullar ve üniversite mevcuttur. Bir sivil toplum kuruluşu olarak, bu tür faaliyetler onların demokratik hakkıdır. Etkinliklerini yaygınlaştırmak için baskı grubu olarak çalışmak da bu tür demokratik hakkın uzantısıdır.

Atatürkçü Düşünce Derneği de Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği gibi Atatürkçü, Cumhuriyetçi yapılanmalar da sivil toplum kuruluşlarıdır. Bunların baskı grubu olarak çalışmalarını da saygı ve takdirle karşılamamız gerekir, çünkü kendi ideolojileri doğrultusunda, dinsel kökenli sivil toplum kuruluşları karşısında denge oluşturmaktadırlar. Demokrasi oyunu böyle oynanır. Yeter ki sahaya silahlı güçleri davet etmeyelim. Laik veya dinsel kökenli, tüm bu oluşumlar sivil toplum kuruluşları olup çoğulcu demokrasilerde yerleri vardır. Örgütlenme tamamen sivil inisiyatiftedir ancak manevi düzlem ya bir ideolojiye ya da bir teolojiye dayandırılır. O manevi düzlem tarihsel kişiliği haiz karizmatik bir liderle veya bir inanç önderiyle simgeleştirilir. Sosyal psikoloji bağlamda karizmatik simgeleme de son derecede doğaldır. Yeter ki o karizmanın, o liderin kulu-kölesi, neferi-askeri olunmasın.

Türk aydını bunlardan bihaberdir; bu tür analizleri pek kavrayamaz. O sadece sempati duyduğu baskı grubu için özgürlük isteyip, diğerinin yok edilmesi için bağırır, çağırır. O, laikliği sadece Türkiye örneğiyle bilir ve algılar. Sıkışınca da ‘asker göreve’ diye mitingler düzenler. Asker baba da bundan görev çıkarır. Devran dönüp darbe girişimi kovuşturmaları başlayınca, hükümler verilince kurunun yanında yaş da yanar. Çünkü herkes demokrasi ruh ve bilincinden uzak olarak taraf psikozuyla hareket etmektedir. Bu kez başka yönden kendini görevli sananlar deliller üretirler ve hiç katkı ve kusuru olmayanları da hapse atarlar. Hukuk devleti bu tip sapmaları önleyici demokratik meşruiyet zemini oluşturacaktır.

Sendikalar da birer baskı grubudur. İşçi ve işveren teşekküllerinin sosyal ve siyasal yapıyı etkileme ve yönlendirme faaliyetleri demokrasinin mantığı içerisindedir. Ordu ve kolluk kuvvetlerinin baskı grubu olup olmadıkları hususu tartışmalara yol açmıştır. Kuşku yok ki, ülkenin savunulması bağlamında onların görüşleri, yaklaşımları dikkate alınmalıdır. Ancak iş buradan ileri gitmemelidir.

Türkiye’de laik baskı grupları -dinsel baskı grupları- hükümet ilişkilerini bu bağlamda görmek gerekir. Kuşku yok ki eğer kolluk kuvvetlerinde, yargıda da bir cemaat yapılanması varsa veya eğer hiyerarşik talimatlarla kararlar alınmaktaysa durum vahimdir. Ancak bunun böyle olduğu hususunu somut delillerle ortaya koymak gerekir. Konulamadığı takdirde dedikodudan, çamur atma operasyonundan ileri gidilemez. Bir dönem, bir İslam inanç yorumu, yolu (tarik) olan Aleviliğin yargıda ve askerde yapılanmasından söz edilmişti. Bu da kanıtlanamadı. Bu tür bir yapılanmanın o dönemlerde yargı kararlarını somut bir şekilde etkilediğini, askeri yönlendirdiğini kanıtlayamıyorsanız, dedikoduları bırakın ve rövanş alma psikozuna girmeyin.

Yukarıdaki perspektifle Gülen Cemaati’ne geldiğimizde, 1990’lı yıllardan itibaren ülkemizde ve önce Ortaasya ülkeleri olmak üzere bu cemaat okullar açmaya başlamıştır. ‘Sovyet İmparatorluğu’nun çökmekte olduğunu gören Fethullah Gülen, buralara okullar açması için işadamı müntesiplerini göndermiştir. Heyecan içinde yollara koyulan müntesipler bir misyon yüklenmişlerdi: Türk okullarını açmak, dünyaya açılmak, iş ilişkilerini geliştirmek. Misyon sözcüğünün Türkçe karşılığı görev veya ‘hizmet’tir. Belki de Batı’dakilerle paralellik kurulmasın diye önceleri ‘hizmet’ sözcüğünü kullanmak istemediler. Oysa benzer bir stratejiyi, yukarıda sözünü ettiğimiz Hıristiyan baskı grupları, cemaatler de 100-150 yıl önceleri başlatmıştı. Osmanlı ülkesine American Board gelmiş Robert College’i açmış, Fransız, İtalyan, İngiliz liseleri kurulmuştu. Onlara koşut olarak yabancı sermaye ülkemizde de yatırıma başlamış okullarda kendine yararlı olacak bir entelijensiya yetiştirerek işlerini sürdürmek istemiştir. Biz Batı’ya böyle açıldık. Ortaasya, Afrika, Uzakdoğu, Çin, Güney Amerika da Türkiye’ye böyle açılmaktadır. Okul-sermaye ikilisi bu ülkelerde olumlu Türk imajını pekiştirdi, ticaret gelişti. Anadolu insanı dış ülkelerde yatırım ortamına girdi; örneğin Türkmenistan’da pamuk fabrikaları kuruldu, Anadolu’ya döviz aktı. ‘Anadolu Kaplanları’ böyle doğdu. Bu olguyu gören rahmetli Bülent Ecevit, tüm laik birikimine rağmen neden acaba Fethullah Hoca’yı ve Türk okullarını savundu? Keza, bu okullar olmasaydı Sayın Abdullah Gül ve diğer devlet adamlarımız Afrika ülkelerine, dünyanın öteki ucuna giderek kolaylıkla iş ilişkilerini gerçekleştirebilir miydiler? Altyapıyı kimler, hangi etkinlikler oluşturdu? Yurtdışındaki Türk okullarının öğrencilerinin katkısıyla gerçekleşen Türkçe Olimpiyatları sayesinde ülkemiz kültürü dünyaya tanıtıldı, milli gururumuz okşandı.

Bu kadar güçlenen, evrensel boyutlara ulaşan, dinler arası diyaloğu başlatan bir başka sivil toplum kuruluşuna, dinsel kökenli veya laik bir baskı grubuna Türkiye’de rastlamak acaba mümkün mü? Laikler ve başka cemaatler uykudayken birileri evrenselliği yakalamış. Birdenbire onları topyekûn karalamak, haşaşiler diye nitelemek yanlış olmaz mı? Kızgınlıkları, duygusal tepkileri frenlemek gerekir. Tepki gösteren devlet adamları bizden çok daha iyi bilmektedirler ki “En büyük cihat nefse karşı yapılanıdır.”

Gerginlik, ‘Anadolu Kaplanları’nı da ürkütür. Gerginlik, demokratikleşme sürecini baltalar. Gerginlik, dünya kamuoyunda itibarımızı zedeler. Gerginlik, ekonomiyi allak bullak eder. Gerginlik, “Ordu göreve diyen” sözde aydınların ekmeğine yağ sürer.

KAYNAK : sonsayfa.com