Son güncellenme :25.11.2024 22:38

Güncel > Meleklere Dokunmak!

25.02.2014

Gülçin’i üniversite yıllarından tanıyorum. Neredeyse 15 yıl olmuş. Mezun olduktan sonra o kendi yoluna, ben kendi yoluma gitmiştim. Sadece arada, İstanbul’da çalıştığıyla ilgili bilgiler alıyordum. O dizi projesi senin, bu sinema projesi benim koşuşturup duruyordu herkes gibi.

Fakat geçtiğimiz yıl ilginç bir değişim oldu Gülçin’de. Önce Facebook profil adını “Mavi’nin Sesi” olarak değiştirdi. Ondan sonra da, her hafta melekler tarafından kendisine gönderilen “mesajları” paylaşmaya başladı. Önce tam anlayamadım olup biteni. Gülçin’in spritüel konularla ilgileneceği kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi. Çünkü zihnimdeki eski resimlerin hiçbirinde bu tür bir bilgi yoktu. Hâlbuki o şimdi çıkmış, bu konularla ilgilenmenin de ötesinde, görünmeyen alemle iletişim halinde olduğunu söylüyordu.

Doğru anlayıp anlamadığımı görmek için, profil sayfasını ve bloğunu daha yakından takip etmeye başladım. Öte alemle kurulan boyutlar arası iletişime hiç de yabancı değildim. Uzun yıllar boyunca bu türden yüzlerce kitap okumuş, çok sayıda medyumik celse hakkında da bilgi sahibi olmuştum. Fakat yakın bir arkadaşımı bu doğrultuda çalışmalar yaparken görmek gerçekten şaşırtıcıydı.  Kısa bir süre takip ettikten sonra, Gülçin’in melekler alemiyle gerçekten de içli dışlı olduğunu anladım. Çok geçmeden de iletişime geçtim kendisiyle!

Her şeyden önce, boyutlar arası iletişimle ilgili kafamda birikmiş bir dolu soru vardı ve Gülçin bunlara yanıt vererek merakımı giderebilirdi. Üstelik rasyonel bir eğitim sisteminden geçmiş, şüpheci ve eleştirel olarak tanıyordum onu; dolayısıyla cevapları benim için herhangi bir başkasının cevaplarından daha tatmin edici olacaktı!

Gerçekten de öyle oldu. İşte Gülçin ve onun sıra dışı mistik yolculuğu!

 

YÖRÜKHAN ÜNAL: Gülçin’cim… Uzun süredir meleklerle konuştuğunu söylüyorsun. İnsanların bu tür şeyler hakkında ne düşündüklerini bilirsin. Biraz komik olacak ama, bu röportajın inandırıcılığı açısından önce şunu sorsam iyi olacak galiba: Sence aklını kaçırmış olma ihtimalin var mı?

GÜLÇİN ÖNEL: Zaman zaman kendimi sorgulamadım değil bu konuda. Ama uzun süre kendimi inceledikten sonra, kesinlikle delirmediğim kanaatine vardım (gülüşmeler).

Şizofreni vakalarının yaklaşık %75’inde bu tür işitsel ağırlıklı duyumların olduğu doğru. Kafalarının içinde onlara bir şeyler yapmalarını söyleyen birileri olabiliyor. Hatta şizofren teşhisi konmuş bir hastanın  “Gece olduğunda hastanede melekler korosu şarkı söylemeye başlıyor!” diye başlayan bir cümlesi vardır beni çok etkiler. Yani meleklerle iletişimde olduğunu söylüyor, ama hasta olarak nitelendiriliyordu. Acaba hangisi?

Benim bu konuda şüphelerim yok değil. Carl Jung “kolektif bilinç” ve “kolektif bilinçdışı” kavramlarını ortaya koyarken birçok şizofreni hastasını gözlemlemişti.  Çünkü bu hastaların sanki önceden haberleşmiş gibi aynı temalar, aynı mitolojik kavramlar ve aynı deneyimlerden söz ettiklerini fark etti. Bu da, hiçbir şeyin o denli basitçe “akıl hastalığı” olarak yorumlanamayacağını gösterdi.

O yüzden, kimbilir belki de o insanlar bu sesleri gerçekten duyuyorlardı? Fakat onlar korkunun esiri olup, çıtayı hastalık düzeyine taşımış olabilirler, ya da taşıtılmış olabilirler. Sonuçta onların bu sesle ilişkisinin her zaman ‘negatif’ öğeler içerdiği, ‘korku’ ya da ‘düşmanlık’ frekansıyla dışarı çıktığı unutulmamalı. Meleklerle açık ve net bir iletişimde olan kişiler ise her zaman ‘sevgi’ frekansından konuşurlar. Bu ayrımın hep farkında olmak gerek.

Peki çevrendekilerin yaklaşımı nasıl oldu bu konuda? Annen, baban, arkadaşların?

Başta erkek arkadaşım olmak üzere, hepsinin inanılmaz destek olduklarını söyleyebilirim. Gerçi ilk zamanlarda ailemin biraz endişesi oldu tabii. Çünkü dışarıdan bakıldığında, öte dünyayla iletişim konusu tam bir “bilinmezlikler diyarı!” Dolayısıyla bana “Aman kızım, fazla derinleşme” gibi uyarılarda bulundular… Ama ondan sonra ilerlediğim yolun önce bana sonra etrafıma ışık yaydığını gördükçe endişeleri de ortadan kalktı.

Gerçekten de, 15 yıl öncesinden çok daha hafiflemiş, huzur dolu ve sağlıklı gördüm seni. Ama şaşırmamak elde değil tabii. Üniversite yıllarındayken birisi bana gelip Gülçin ileride meleklerle konuşmaya başlayacak deseydi gülüp geçerdim herhalde. Sanıyorum sen de aynı tepkiyi verirdin değil mi?

Aslında tam olarak öyle değil. Her ne kadar üniversite yıllarında hiç belli etmesem de, bu konular en başından beri bana hiç de uzak olmayan konulardı. Çocukken bile öte aleme dair yoğun bir merakla büyüdüm. Hatta annemin söylediğine göre, daha ufacıkken öte alem varlıklarına karşı ilgi duyuyor, gazetelerde onlarla ilgili çıkan bütün haberleri kesip dosyalıyormuşum. Düşün yani… Daha okumayı söker sökmez ilk ilgilendiğim konu buymuş!

Sonra kardeşimle katıldığımız bazı ruh çağırma seanslarını hatırlıyorum. Orada bu dünyaya ait olmayan bazı enerjileri hissettim ve yaşadım. Hem korku duygusu çok hoşuma gidiyordu, hem de bilinmeyen bir alemle uğraşmak ve oranın sırlarını çözmek hissi. Babamın da etkisi var tabii. Babam evrende yalnız mıyız? Başka uygarlıklar var mı? gibi soruların cevaplarını arardı önceden beri. Bu ve benzeri konularda çok sayıda kitaba sahipti. Bu kitaplar içinde büyümüş olmanın da katkısı vardır sanırım. 

Peki çocukluk maceralarının dışında, yetişkin olarak ilk ciddi deneyimi ne zaman yaşadın?

Üniversite hayatım boyunca bu konularla hiç ilgilenmedim. Sadece yazdığım yazılarda kanatları koparılmış ve düşmüş meleklerden bahsederdim. Her şey çocuklukta kalmış gibiydi. Üniversiteden sonra da iş hayatı başladı. Oldukça zor ve sıkıntılı dönemler yaşadım. Bu sıkıntılar beni iç dünyamla ilgili bir takım çareler aramaya itti. 2006 yılında Reiki’yle tanıştım. Reiki benim kendimi şifalandırmak amacıyla içine girdiğim bir uğraş iken, aslında bana boyutlar arası iletişimin kapılarını açan bir anahtar rolü üstlenecekti. Gerçekten Reiki evrensel enerjinin en güzel kanal olabileceği araç ve tekniklerden biri. Ben de bu çalışmayı kendime çok yakın buldum. Ama tabii yine ortaya çocukluğumdaki yaramaz Gülçin çıkıverdi. Aldığım Reiki enerjisini belli bir süre boyunca sadece kendime uygulamam gerekirken, ben bu kuralın dışına çıktım ve o süre dolmadan çevremdeki herkese bu enerjiyi uygulamaya başladım. Yani daha kendimdeki değişimleri ve enerjinin ilerleyişini gözlemlemeden, konuya derinlemesine daldım.

Hatta hocamı da şaşırtan garip durumlar oldu. Enerjimizi ölçen cihazlar vardır biliyorsunuz. Çok güvenilir cihazlar. Her varlığın enerji alanını ölçebiliyorlar. Bir gülün yaydığı titreşim ve enerji alanı 320 MHz’dir mesela. Normal bir insanın 50-60 MHz arasıdır; meditasyon yapan insanlarda ise 100 MHz’e çıkar. Derinleştikçe ve dengeyi buldukça bu frekans artar. Bu titreşimsel seviyemizdir ve hastalandığımızda düşmeye başlar ve ölümle birlikte sıfıra iner. Çalışmaya ilk katıldığım gün enerji seviyem ölçüldüğünde “20”MHz çıkmıştı. Hatta bunu gören hocam, “Sen nasıl hayatta kalabiliyorsun. Zombi gibisin!” diyerek şaşkınlığını dile getirmişti. Aslında bu rakam, hem iş temposu ve hem de yaşadığım stresler nedeniyle kendimi ne çok yorduğumu gösteriyordu; bir açılımıyla auram delik deşikti.

Reiki çalışması ise bu gidişatı tamamen değiştirdi. Hatta “Üçüncü gözümüzü de açalım”; “Auramızı da genişletelim” derken, o kadar çok çalışma yapmıştım ki, kendimiz için ayrılan sürenin sonunda enerji seviyemi ölçtüklerinde “130”MHz çıkınca bu sefer hocam tekrar endişelenmişti. Çünkü daha 1 ay bile olmamış ve ben adım adım özümseyerek ilerlemem gereken bir alana balıklama atlamıştım. Hatta bu noktada yavaşlamam gerektiğiyle ilgili ciddi bir uyarı da aldım. Çünkü 130’lu rakamların üstüne geçildiğinde öte dünya ile iletişim süreci başlayabilirdi. Bunun çok erken olduğunu, henüz buna hazır olmadığımı söylediler.

Ama benim için perde bir kere aralanmıştı o yüzden durmadım. Aynı dönemde meleklerle ilgili bazı okumalar da yapmaya başlamıştım. O sıralarda sadece Doreen Virtue’nin internet üstünden çevrilmiş makalelerine ulaşabiliyordunuz. Henüz Beki İkala Erikli’nin yazdığı kitaplar yayınlanmadığı gibi, “Meleklerle iletişim”, “Meleklerle Yaşamak” gibi kavramlar da bilinmiyordu. Arkadaşımla birlikte bu metinleri okuyup, kendi kendimize uygulamalar yapmaya başlamıştık.

Fakat o dönem bana şunu öğretti ki, eğer bir insan bu tür bir yola girdiyse, kesinlikle rehberlik alması gerekiyor. Çünkü bir rehber, size yolunuzda ilerlerken kaybolduğunuzu sandığınız her an ışık tutabilir. Bilinmeyen olarak adlandırdığımız bu alanı bilinene döndürmek için rehberimizin deneyimlerini dinlemek ve yolumuzda ilerlerken acele etmemek önemli.

Nitekim ben de ilerleyen süreçlerde dengemi yitirmeye başladım. Tenime değen rüzgârlar, duyduğum tuhaf sesler, gece karşılaştığım bir takım parıltılar, bunları kendi kendime yorumlamak zorunda kaldım. Bu noktada insan deliriyor mu, yoksa bir takım varlıklarla iletişim haline mi giriyor bilemiyor ve bu da kendisini karmaşaya sürükleyebiliyor. Karmaşalar ve buna bağlı olarak ortaya çıkan korkular da artmaya başlayınca daha fazla dayanamadım ve bir anda tüm çalışmaları bıraktım. Gerçi bugün baktığımda, buna melekler de vesile olmuş olabilir diye düşünüyorum. Belki de bu açılma sürecini dediğim gibi fazla aceleci buldular ve öte dünyayla arama yeniden perde çekmeyi seçtiler; ilahi zaman gelene kadar.

2007 yılından 2010 yılına kadar, Reiki dışında hiçbir şeyle ilgilenmedim. O da hayatımda merkezi bir role sahip değildi zaten. Meleklerle iletişimi yeniden hatırlayıp, bu konuda yeniden çalışmaya başlamamsa, Beki İkala Erikli’nin kartları ve kitabının çıkmasıyla oldu. Bu süreç de çok ilginçti tabii. 2010 yılıydı. Doğum günüm için birçok insan bir araya gelecekti. Davetlilerin çoğu, sanki aralarında anlaşmışlar gibi, ama aslında tamamen birbirlerinden habersiz biçimde bana “melek hediyeleri” getirdi. Kitaplar, kartlar vs. Üstelik hediye paketlerini ertesi gün evde yalnızken açmıştım. Çok şaşırdım ve anladım ki ben yeniden bu yola giriyorum. Sonra Beki Hanım sayesinde okumalar ve çalışmalar yeniden başladı. İlk işim eğitimine katılmak oldu zaten. Bu arada ses kayıt cihazında ne yazıyor baksana!

04:04 yazıyor! Neden ki?

04:04 rakamları yan yana geldiğinde, meleklerimiz ve yaratıcı, bizimle olduğunu hatırlatıyor demektir! İletişimin güzel yollarından biri.

Seninle röportaj yaparken her yanımızın meleklerle çevrili olduğunu bilmek güzel bir his. Peki benim merak ettiğim asıl konu, meleklerle iletişimin detayları. Bir insan bedensiz varlıklarla nasıl bağlantı kurabiliyor? Kendi deneyimini anlatabilir misin?

Aslında bu ilginç bir konu. Melek eğitiminden bir ay sonra, Bodrum’da kitap okurken aniden bir ses duydum kafamın içinde. Duyduğum ses, “Bundan sonra yanında kalem kâğıt bulundur; her ay yeni mesajlar alacaksın!” dedi. Sen kimsin diye sorunca “Galgiel” yanıtını aldım. Güneş meleği. O gün de gerçekten güneş tutulması vardı. Galgiel bana, aydınlıkla karanlık hakkında bir şeyler yazdırdı.

Otomatik yazma ya da kanallık diyebileceğimiz çeşitli iletişim kurma yollarından biriydi bu. Ama yazdıkların kesinlikle sana ait değil. Hatta ilk zamanlarda bu mesajlar öyle hızlı geliyordu ki, ses kayıt cihazı kullanmak zorunda kalmıştım. Zihnimde duyduğum sesleri / enerjileri hızla tekrar ederek teybe kaydediyordum. Söylenenlerin tam anlamını ise ancak bu konuşulanları teypten kâğıda aktarırken kavrayabiliyordum. 

Peki bu seslerin hızlı olması, bir insanın çok hızlı konuşması gibi bir şey mi? Ayrıca bu varlıklar iletişimin hızını ayarlama becerisine sahip değiller mi?

Evet, aynen çok hızlı konuşan biri gibi ama sözel boyutta değil tamamen enerjisel düzlemde. Fakat konuşmanın hızı, bizim birbirinden tamamen farklı iki boyutta olmamızdan kaynaklanıyor. Her şeyden önce biz zaman kavramıyla yaşarken, perdenin öbür tarafında zaman diye hiçbir şey yok ve biz Işık Varlıklardan bahsediyoruz bunu unutmamak gerek. Ama sen zaten belli bir süre sonra bu mesajları yakalamakta ustalaşıyorsun.  Frekansı o aralıklarda eşleyebiliyorsun.

Peki kaç varlıkla iletişim halindesin?

Belirli bir sayı yok. Okumanın veya kişinin ihtiyacına göre iletişim kurduklarım değişiyor.

Peki her biri ayrı ayrı seslere mi sahip; yoksa tüm sesler bir mi?

Ayrımları net olarak hissedebiliyorsun; ama bu ses farkı değil; duygu farkı, titreşim farkı. Aldığın mesajlarla  birlikte çok çeşitli ayrımlara varabiliyorsun, kimi daha feminen, kimi  daha şefkatli bir enerjiye sahip, kimiyse sanki yaşça daha büyük ve bilgeymiş gibi. Mesela Baş Melek  Metatron görsel olarak inanılmaz uzun boyludur ve çevrenizde hissettiğiniz enerjisi çok güçlüdür. Tok ve kuvvetli bir sese sahip gibi. Baş Melek Mikail ile birlikte gelen enerjisel duygu korumacıdır. Aynı zamanda Baş Melek Mikail çok karizmatik bir melektir. Baş Melek Jophiel’in enerjisi enerjimizi sarmalandığında ise çok daha yumuşak ve güzellik dolu hissederiz.

Ben bir öte dünya tasarımı içinde “kişilik farkları” tahayyül etmenin zor olduğunu düşünürdüm. Somut ve varlıktan varlığa değişen kişilikler özellikleri var demek ki?

Evet, baktığın zaman aslında temel bir takım ayrımlar var. Ama yine de isimleri ve ayrımları bizim koyduğumuzu unutmamak gerek. Mesela kanallık almaya başladığım ilk zamanlarda bir meleğin ismini alamamış ve ismini sormuştum. Cevapsa “İsimler önemli değil; isimlere ihtiyaç duyan sizsiniz!” olmuştu. Ama ben yine de bunu insanlara sunmak zorundaydım ve insanların bir şeyleri kavrayabilmek için ayırt edici isimlere ihtiyacı oluyor her zaman diyerek ısrar etmiştim. Aslında tek bir genel ve büyük kaynak var; biz onun farklı özellik ve niteliklerine farklı isimler veriyoruz denilebilir. O yüzden tek bir varlıktan bahsetmek yerine, “kaynak”tan söz etmek daha doğru olabilir.

Peki “sese” dönersek, bu sesi biraz daha tarif edebilir misin? Bu bizim iç sesimize benzer bir şey mi?

Çok silik bir sesten bahsediyoruz aslında; kulağın duyabileceği gibi yüksek bir sesten değil. “Ses” demek yanlış bile olabilir; çünkü bu kulağımızla duyduğumuz sese benzemiyor çok. Kalpten gelen bir ses demek daha doğru olabilir. İstersen şöyle tarif edeyim: Sanki bir enerji geliyor, bizim cümlelerimizle konuşmayan bir enerji; sen kendi bedeninde o frekansı sözcüklere dönüştürüyorsun. Yani o sana geldiğinde insani bir sese ya da bir dile sahip değil; ama sen onu anlarken insani bir sese ya da dile dönüşmüş olarak anlıyorsun. Tarif etmemizin zor olması işte biraz da bu yüzden.

Aynı frekansı bir başkası da “görsel” imajlara dönüştürebilir mesela. Dolayısıyla o bunu bir “vizyon” yani, görsel bir dil olarak algılar; bense mesela daha çok “işitsel mesajlar” almaya yatkınım. Bu biraz da kanalın kendi kişisel nitelikleriyle ilgili.

Peki “vizyonu” tarif edebilir misin? O da ses kadar karmaşık mı?

Hayır, mesela vizyon çok daha nettir. Neyse mesaj, onunla ilgili bir resim gelir zihin gözünüze. İstersen bir örnek vererek anlaşılmasını kolaylaştıralım. Mesela biri bana gelip, isim vererek, kendi hayatında var olan bir kişiyi sormuştu. O anda bana gelen vizyon şuydu: Bir kız var bembeyaz giyinmiş; elinde bir fotoğraf tutuyor sıkı sıkıya ve etrafı çok karanlık. Ben de ona bu vizyonu şu şekilde yorumlamıştım: “Sen bembeyaz giyinmişsin; sorduğun kişiyi hala kendi içinde muhafaza ediyorsun; hatta onun bir fotoğrafını bile saklıyor olabilirsin; ama aslında sen onu içinde ve kendinde tuttukça kendini üzüntüye teslim ediyorsun, bırak gitsin!’’ Bunu ona söylediğimde çok şaşırmıştı ve dedi ki: “Evet gördüğün beyaz elbise benim gelinliğimdi. Biz bir süre önce ayrıldık ve gerçekten de ben hala onun fotoğrafını saklıyorum.” Aslında bu vizyon aracılığıyla ona gelen mesaj çok açıktı: “Aydınlığa çıkmak istiyorsa, elinde sıkı sıkıya tuttuğu fotoğrafı, yani aslında çoktan geçmişte kalmış olan bu ilişkiyi bırakması lazım.”

Öte yandan sessel ve görsel mesajlara, dokunsal mesajlar da eklenebilir. Yani belli bir konu gündeme getirildiğinde, sırtında ya da sol yanında bir ağrı, sızlama, uyuşma vs. hissedebilirsin. Bunlar da başka başka anlamlar taşır. Mesela sırt ağrısı, karşındaki kişinin “geçmişle ilgili” bir yük taşıdığı anlamına gelebilir.  

Bu arada şu an fonda Lamb’ın “My Angel Gabriel” parçası çalıyor. Bol miktarda kanatlar ve melek sözcükleri geçiyor şarkıda. Melekler sürekli olarak varlıklarını hatırlatmayı seviyorlar galiba!

Evet, bu tür işaretler hayatımızın her anında mevcuttur. Hatta biliyor musun bilmiyorum ama, Baş Melek Gabriel, diğer bir deyişle Cebrail iletişim meleğidir. Şu an yaptığımız şeyin ta kendisi yani! Ve ben gelirken röportajda enerjisiyle bizi desteklemesi için O’nu davet etmiştim. Şükürler olsun.

Bu daha da büyük sürpriz bak şimdi! Bu arada merak ettiğim bir konu da şu: Çevrende, benzer özelliklere sahip, meleklerle iletişim kurabilen başka insanlar da var mı?

Elbette… Bunu yapabilen çok fazla insan tanıyorum. Zaten bu eğitimi alan insanlar, bir süre sonra bunu hayatının bir parçası haline getiriyor. Kitapları okuyanlar ya da duyduklarını denemeye başlayanlar işe yaradığını gördükçe hayatlarının her anında iletişimde kalmaya başlıyor. İnanmasanız bile deneyin, nereden başlayacağınızı bilmeseniz de size işaretler yollamalarını isteyin. Dolayısıyla meleklerle iletişimde olmayı sadece karşılıklı konuşmak şeklinde değil, bu şekilde de ele alırsak, oldukça fazla sayıda insanın onlarla ilişki içinde olduğunu söyleyebiliriz. Fark etmeyi ve tadını çıkarmayı dileyin.

Peki eskiden ruh, cin vs. gibi öte dünya varlıklarından söz edilirken, bu konuşmaya belli belirsiz bir ‘korku’ ve ‘tekinsizlik’ duygusu da eşlik ederdi. Biraz lanetli bir konuydu sanki. Şimdi bu durum değişiyor mu ne dersin?

Öyle gerçekten. Geçmişte korku dolu olaylar olarak yaşıyor ve sözünü ediyorduk bu konulardan. Elbette korku filmlerinin rolü de bu konuda azımsanmayacak düzeyde. Çok iyi hatırlıyorum, eskiden spritüel kitaplar basan çok az yayınevi vardı. Hatırı sayılırlardan biri de Akaşa Yayınları’ydı. Bu tür kitapların bulunduğu rafa giderdiniz, karşınıza ufacık bir raf çıkardı. Uzaylılar, bedensiz varlıklar, kıyamet alametleri vs. İnsanlar size deli muamelesi yapacak diye aralarından bir kitap alıp gizli gizli kasaya götürürdünüz. Bugün ise, bu tür kitapların bulunduğu raflar, neredeyse diğer kitap türlerini geçmiş durumda. Bu da uyanışımızın ve hatırlamaya başlamamızın bir parçası.

Zaten dünyaya baktığımızda süreç böyle gidiyor. Ama Türkiye’deki açılım beni şaşırtacak kadar çok çabuk oldu. Ben birine meleklerden bahsettiğimde ve onlarla kurduğum iletişimden söz ettiğimde insanlar için bilindik bir şey olduğunu görüyorum. Kimsenin “Aaaa.. çok ilginç bir olay!” ya da “Bu kız delirmiş, hafiften uzaklaşalım!” dediğini duymadım. Herkes zaten konuyu önceden biliyor oluyor. Bu çok güzel bir şey. Ruhumuzla temastayız demek.

Bu da spritüel bilginin toplumdaki dolaşım hızının arttığını gösteriyor galiba. On yıl önce “yoga” aşırı ekstrem bir konuydu; toplumun neredeyse tamamının gözünde marjinal grupların yaptığı anlamsız hareketler toplamı gibi görünüyordu. Şimdi ise yoga modern kent yaşamının tam göbeğine oturmuş durumda. Toplumun “bu anormaldir” dediği sınırların öte yanına sızarak, “normallik” sınırları içine girdi. Bu hızlı değişim de benim için şaşırtıcıydı.

Evet bu yargılamama hali çok güzel. Aslında bunun esas nedeni, “Altın Çağ” denilen döneme girmiş olmamız. Biliyorsun, Mayalar’ın kıyamet dediği şey, aslında dünyanın titreşimsel olarak seviye atladığı, boyut değiştirdiği bir aşamayı işaret ediyordu. O noktaya doğru geçerken zaten bizim bütün kanallarımız açılmaya ve yeni bilinç oluşmaya başladı. Dolayısıyla daha önce “dışında” durduğumuz bu tür konular bize günden güne daha tanıdık ve bildik gelir oldu!  

Peki bu geçiş sürecinin kişisel hayatımız ve kişisel ‘psikolojilerimiz’ üzerindeki olumlu/olumsuz etkilerini nasıl yorumluyorsun?

Bu tamamen dünyanın çoktandır yaşamaya hazırlandığı büyük değişimle bağlantılı. Kişisel hayat hikayenizi ve psikolojinizi bu değişim karşısında nerede durduğunuz belirliyor. Tüm dünya yükselir ve hep beraber geçide doğru yaklaşılırken, siz hala değişmemek için direniyor, çevrenizdeki bir şeylere tutunmaya çalışıyor; inatla o kapı açılmasın diye uğraşıyorsanız; hatta kapı açıldıktan sonra bile sıkı sıkıya tuttuğunuz tokmağa yapışıp kalıyorsanız, kişisel hayat hikâyenizde sorunlara hazır olmanız gerekiyor. Hâlbuki yapılması gereken tek bir şey var, o da önünüzde açılan o kocaman kapıdan geçip gitmek!

Peki sen aynı zamanda Melek Koçluğu da yapıyorsun. Yani meleklerin rehberliği eşliğinde, kişilere bir yol haritası çıkarma görevin var. Bu süreç içerisinde de muhakkak ki insanları bu kapıdan ya da kapılardan geçmeye teşvik ediyorsun. Bize biraz bu süreci tarif edebilir misin?

Ben çalışma yapacağım kişi gelmeden önce kısa bir meditasyon yapıyorum ve meleklerin yardımıyla, o kişinin hayatına dair temel problemlerin ana hatlarını kağıda döküyorum. Aslında o kişinin hayatıyla ilgili en ‘temel’ sorunlara parmak basan ve geleceğine şimdisinden ışık tutan bir ‘hayat planı’ bu. Kendisinin de bildiği ama kendine bir türlü itiraf edemediği gerçekler. Bu asla geleceği görmek değil; bunu unutmamak gerek. Bir sonraki anda ne olacağımız ve ne yapacağımız bu andan doğar ve önceden bilinemez. Çünkü burası bir özgür irade evreni. O yüzden bizim çıkarttığımız plan daha çok “şimdi” ve “burada” yapılan seçimler ve bunların ilerleyişi ile ilgili. Yani kendi yaşam amacımızı bulabilmek için hangi yoldan gitmemiz gerektiğiyle ilgili “rehber” bilgiler sunmaktan ibaret. Fakat bu bilgilerle ne yapacağı, onlardan ne kadar yararlanacağı tamamen o kişinin kendisiyle ilgili.

Yani senin yaptığın şey bir kişinin hayatında ‘değişim’ yapmak değil; sen sadece bununla ilgili ‘koçluk’ görevini yerine getiriyorsun; ama o değişimi yapacak olan tek kişi, yine o kişinin kendisi!

Kesinlikle. Koçluk geçmişim var eğitim olarak aldığım. Bunların hepsi gelen kişiye sahip olduğum hangi kaynaktan yararlı olabilirim diyerek birleştirdiğim teknikler. Her şey, tamamen kişinin kendinde bitiyor. Değişmeyi ne kadar istediği ya da değişime ne kadar hazır olduğu konuları çok önemli. Biz sadece yüreğinin ve gerçek potansiyelinin yoluna dair bir ışık tutuyoruz, ilerlemek istiyorsa yol kendisinindir. Temel prensibim, herkesin içinde bir şifacı ve muhteşem bir yaratıcı olduğunu kişilere hatırlatmak, gücünü asla dışarıya teslim etmeden kendi seçimleriyle güvenli bir şekilde yaşamasına destek olmak.  

Elbette bu yol çok alışık olmadığımız seçeneklerin ve risklerin de (insani olarak tanımımız) olduğu kimi zaman da bilinmezliklerle çevrelenmiş bir yol olabilir, o yüzden Ego’nun bildiği, bir nevi yayılarak yaşadığı alanın dışındaki bir yeri gösterdiğinizde korkular, dirençlerle karşılaşıyorsunuz. Bize güvenli gelir bildik, tanıdık alanlar; o yüzden pek ilerisine açılmak istemeyiz. Denizde kıyıda yüzmek gibi. Hem kıyıda sizi bekleyenleri görebilir, yorulmadan geri dönebilir, istediğinizde ayağınızı yere basabilirsiniz. Oysa çekilen ipin ilerisine yüzdüğümüzde her kulaçta o tedirginlik yerini güvene, huzura ve muhteşem bir teslimiyete bırakır. Denemek lazım. Yüzebildiğimize göre tek gereken cesaret!

Peki, bir meleğin sesini duyabilmek için, kişinin ne tür dönüşümler geçirmesi gerekiyor?

Kişi hayatında Öz’üne doğru yürüdükçe; kendisiyle temasını arttırıp, yakınlaştıkça adım adım o noktaya varıyor zaten. Aslında o sesler her zaman oradalar ve her zaman varlar; ama kişi bu değişimleri gerçekleştirdikçe o sesleri duyabilir hale geliyor. Bazı insanlar buna daha hazır iken, bazıları da daha uzak oluyor sadece.

Bir insanın kendisini bulması için ise, önce kendisine şunu sorması gerekiyor: “Ben şu andaki hayatımdan mutlu muyum? Değilsem ne bekliyorum? Ben bu hayatın içinde şu an ne hissediyorum? Peki aslında ben ne hissetmek istiyorum” Eğer bu ikisi arasında büyük uçurum varsa, kişilerin yaşamlarını ciddi olarak gözden geçirmeleri gerekir. Üstelik istemek yetmez, o yönde seçim yapma iradesine sahip olmak gerekir. İstemek ve seçmek bu anlamda çok farklı şeyler. Yani hepimiz zengin ve sağlıklı olmayı isteriz; ama hepimiz bunu seçmeyiz. Çünkü seçtiğimiz anda bu bir eyleme dönüşmek zorundadır.

Mesela ailesiyle yaşayan birini düşünelim. Meleklerinden, yüksek benliğinden, yukarından ne derseniz deyin gerçekten çok net bir şekilde verilen bir mesaj var ona: ‘’Artık yalnız yaşamanın zamanı geldi’’. Fakat “yalnız yaşamayı” istemek yetmez; bununla ilgili bir adım atılması gerekir. Yine ‘seçim meselesi’ yani. Kişi ev ilanlarına bakmaya, araştırmalar yapmaya başlayabilir. İşte bu bir “seçim”dir. Yani “olmak”. Sahip olmadan olmak çok önemli. Buradaki kişi, evle ilgili eyleme geçtiği anda, yalnız yaşamayı kabul etmiş bir insan olur. Yani eyleme geçtiğin anda, gerçekten o kişi olmak için titreşmeye başlıyorsun. Bu bir değişimdir. Ardından her şey peşi sıra gelir; ki işte bu da işin en eğlenceli ve en güzel kısmıdır.  Evren’le, meleklerinle uyum içinde dans etmek.

Ama tam o noktada, “Hazır değilim!” ya da “Dışarısı güvenli değil. Ben burada güvendeyim!” diyerek, yukarıdan işaret edilen değişim adımını atmıyor ve aynı kısırdöngüde yaşamaya devam etmek istiyorsa, o noktada o kişi için yapacak pek şey kalmıyor. Çünkü bu da bir seçim haline geliyor. Özgür iradeye sonsuz saygı.  O işaretler onun duymaya hazır olacağı ana kadar iletilmeye devam edecektir.

Peki şimdiye kadar konuştuğumuz her şeyi bir kenara bırakalım şimdi. Söyleşimizi doğrudan seninle ilgili bir soruyla bitirmek istiyorum. Merak ettiğim şey şu: Meleklerle birlikte yaşamak, yaşarken onları hep yanı başında hissetmek en derinlerde nasıl bir duygu senin için?

Melekleri ilk hissedişim, kalbimi sonuna kadar açmayı başardığım anda olmuştu! Ve ben hayatım boyunca, yaşadığım hiçbir anda, öylesine yoğun bir sevgi enerjisi hissetmedim. Akan gözyaşlarını anlatamam sana. Yaşadığım sevinç ve mutluluk inanılmazdı. Böyle yoğun bir sevgi enerjisini unutup, yıllarca da hatırlamadan yaşadığımız için çok üzülmüştüm. Aslında çocuk olarak dünyaya geldiğimizde bu duyguyu biliyorduk; ama hep beraber unuttuk. En büyük hayalim, çocukların o muhteşem duyarlılıklarını yitirmeden yetiştirildikleri bir toplum modeli yaratabilmek. Bugün geldiğimiz noktada en önemli mesele de bu. İşte biz şimdi hep beraber bunun için ayaklandık!

Muhteşem bir biçimde dile getirdin gerçekten. Umarım herkes kalbini kayıtsız şartsız, tam bir teslimiyet içinde açabilmenin yolunu bulur. Tekrar teşekkür ediyorum her şey için.  

Ben teşekkür ederim.

 

Gülçin’i daha yakından tanımak ve melek mesajlarını takip etmek isteyenler blogunu ve sitesini ziyaret edebilir: http://www.mavininsesi.blogspot.com 
KAYNAK : gazetesiz.com